20 Temmuz 2010 Salı

Aşk...

Sefilmiş aşklar eskiden,
Elindekiyle yeninmeyi bilirmiş.
Fazlasında yokmuş gözü,
Ne gelirse gelsin başına,
Bırakmazmış elini sevdiğinin.
Yer, mekan, zaman fark etmez,
Yanındaysa sevdiceği, nefesi nefesindeyse,
Dünya yıkılsa umrunda olmazmış.
Düşlerinde hep sevdiği varmış,
İçinde bir çocuk gibi özenle büyüttüğü hayalerinde...
Eline kalemi alınca,
Sevdiğini yazarmış her kelimede..
Sevdiceğim diye başarmış her cümlesine;
Üç noktayla bitermiş cümleler,
Hep devamı gelsin diye...

Sevdiceğim;
Sefilmiş aşklar önceden,
Belki de avuçlarımıza sığmayacak kadar...

21/01/10

24 Şubat 2010 Çarşamba

Ey Börek! Sen Nelere Kadirsin

Her şey bir tepsi börekle başladı..

Bugün olduğum yer, ben..

Hiç bir gün severek ve isteyerek gitmediğim okul koridorları.. Sadece arkadaşlarımı ve biricik zuzumu görmek amacıyla uğradığım mekandı okul. Derslerin büyük bölümünü uyuyarak geçirdiğim zamanlardı. Bazı hocaların yüzlerini bile tanımadan geçiverdi yıllar. Yaptığım yemeklerin şanı konuşuluyordu o günlerde. Kod adı Mocuk olan arkadaş da bu konuşulanlara kulak misafiri olmuş bir gün. Severim ben de kendisini :) Patatesli severmiş böreği paşam. Akşam eve dönüş yolundan aldım bir kilo yufka, bir kilo patates. Patatesi haşladım, soğanla kavurdum, koydum tepsideki yufkaların arasına, verdim fırına, üzeri kızarmış nur topu gibi bir tepsi patatesli böreğim oluverdi, ben fırının başında çocuğunun doğumunu bekleyen bir baba gibi kıvranırken, nitekim fırını boş bırakmaya gelmez yakıverir güzelim böreği mazallah :)

Sabah mecidiyeköy 75A otobüsünde bir iki dilim indirdim mideye okul yolunda. Öğlen arasında yakalım ben Mocuk'u.. 'Al' dedim 'sana bir tepsi patesli börek'. Öyle bir bakışı vardı ki elimdeki börek dolu kaba, parkta kaybolan çocuğun annesini bulduğundaki sevinci gibi parlayıverdi gözleri.. Sonra baktım bir köşede kimseden habersiz indiriyor mideye börekleri. Yanımızdan geçen bir arkadaşa 'gel' dedim 'sen de al'. Kızdı bana Mocuk, 'söyleme başkasına, ben yicem' dedi.

'Tamam, ben sana yine yaparım' dediysem de dinletemedim, yedi bitirdi börekleri kimseciklere vermeden. Afiyet şeker olsun.. O günden sonra Mocuk'un hayatında bambaşka bir yer edindiğimi anladım. Annesinin nefis yemeklerine duyduğu özlemi işte o gün, benim böreklerimle gidermişti bir nebze de olsa. Ne zaman görse beni, anlatmaya başlardı yanındakilere böreklerimi. İşte şimdi o Mocuk benim, olduğum yerde bulunma sebebim. Yani biricik iş arkadaşım. 7.5 yıl sonunda hala öğrenci olmasına rağmen :) aynı zamanda da bir şirkette çalışan çalışkan arkadaşım, şirkette veteriner hekime ihtiyaç olduğunu bana haber vermeseydi kim bilir belki de nerde olurdum şimdi? İnsanın çalıştığı yerde okuldan bir arkadaşının, hele ki bir böreğe bu kadar vefa gösteren arkadaşının olması kolay kolay olacak şey değil..

Şimdi canım arkadaşım Mocuk, mezun oldu!! Artık O da bir veteriner hekim.. Yılların emeği ve çabası sonucunda ve nihayet mezun oldu. Can-ı gönülden kutluyorum kendisini tekrar ve tekrar..

Ama böreklerimi bu kadar öven, bir börek uğruna arkadaşına istihdam sağlayan bu arkadaşıma bir kez daha börek yaptım mı diye soranlara çok utanarak cevap veriyorum ki 'hayır'. Mocukcuğum biliyorum sana söz verdim, ama aylardır bir türlü kısmet olup da yapamadım sana börek. Ama biraz da korkumdan, şimdi bir kez daha sana börek yaparsam, sen o börekleri yediğinde belki de beni şirkete patron yapabilirsin. Kendimi henüz bu kadar ağır bir sorumluluğa hazır hissetmiyorum. O yüzden sen biraz daha bekle :))

Kendisinin bir de şirin mi şirin bir kız ardaşı var.. Onun börekleri varken zaten benim böreklerimin lafı bile olmaz, tabi bir de Mocuk fırını unutup börekleri yakmazsa!! Sibelcim sevgiler :)) Sen unutmuşsundur, çünkü iyi insanın içinde kötü şey durmaz, nitekim ben hatırlıyorum!!

Canım arkadaşım Mocuk, pardon, canım arkadaşım veteriner hekim Mocuk :) hayatta en zor şey olan işini sevmenin nasıl bişey olduğunu bana yaşattığın için teşekkür ederim. Bir de 4 aydır süren dırdırlarıma katlandığın için..
Her şey bir börekle işte böyle başladı :))

22 Ocak 2010 Cuma

Şaşı Bak Şaşırma

Ahhhh Ahhh benim güzel insanlarım.. Siz iki afiş arasındaki farkın sadece oyuncuların isimlerinin altta yazıp yazmaması olduğunu düşünürken, kim bilir ne kadar saf ve temiz duygularla bakıyordunuz ekrana.. Oysa sevgili Zaman gazetesi, sizin göz zevkinizi de düşünerek, ihaleye fesat karışmasın diye önceden önlemlerini almışlar! Soldaki afiş 17 Ocak tarihli Zaman gazetesinden.. Eveeeett işte farkı buldunuz tebrikler.. Şimdiye kadar gözünüze takılmayan, hatta ilginizi bile çekmeyen Berrak Tüzünataç ve Ceyda Düvencinin göğüsleri şimdi hayallerinizi süslüyor eminim!! Ama helal olsun valla başarılı sansür, photoshopÇU arkadaşa da ayrıca saygılarımı sunuyorum..
Yayıncıların haberi var mıdır ve bu duruma nasıl müsade etmişlerdir onu da sormak istiyorum naçizane??
Ah ben ne diyim artık? Ne düşünerek yaptılar bunu acaba? İnsanların; afişteki göğüs dekoltesini görünce erekte olup, sağa sola saldıracaklarını mı? E malum bütün kadınlar anamız, bacımız, aman diyim..
Sokakta normal! pantolonla yürürken bile laf atan babam yaşındaki adamlara sorsan, herkes anası bacısı, bi laf attığı hariç.. O da zaten giyinmesin böyle kot pantolon falan! Giyerse yediği lafı da hakeder. Ah amcam ah, imkan olsa da beyninin içine dalsam, baksam ne pislikler var içerde, döksem tuz ruhunu da erise gitse beyninle beraber tüm pislikler..
Ben bu gazla daha çok sayar söverim, iyisi mi sizi acıyan içinizle ve 'ulan ne olcak bu memleketin hali?' benzeri cümlelerle başbaşa bırakayım..
Havalar nasıl olursa olsun, sizin afişiniz dekoltelisinden olsun..


18 Ocak 2010 Pazartesi

Ağlasana Çocuk

İki kadın tipi vardır..
Ağlayamayan,
Her an ağlayabilen...
Ben ikinci gruptanım, fabrikasyon değiliz ki isteğe göre üretilebilelim. Öyle bir an gelir ki, içinde tarifini yapamadığın, bir volkan gibi kaynayan duygular büyür.. büyür.. büyür..
İşte böyle zamanlarda, burnun yanar, çenen titrer, görüntüler buğulanır, sonra sen ne kadar zorlasan da akıverir gözlerinden yaşlar..
Bence ağlamak en güzel tepkidir. İçinde büyümez üzüntülerin. Atılır bünyeden sorunsuzca.. Ne kadar tuzluysa göz yaşların, o kadar zehirlidir içindeki hüzün ve bir o kadar da yakıcı..
Ağlamak güzeldir...
Donuklaşmazsın, katılaşmazsın, kararmazsın..
Çocuk, neden ağlar? Dünyanın en masum varlığı olduğu için, henüz katılaşmadığı için, ağlamanın zayıflık olduğunu henüz öğrenmediği için..
Ağlamak zayıflık mıdır? Yok canım, ne münasebet!!
Müsadenizle ben biraz ağlamaya gidiyorum...

14 Ocak 2010 Perşembe

Günlerden Bir Gün, O Gün Bu Gün..


Sabah 8 de uyandım. Canım uyurken, kahvaltıyı hazırladım. Kızarmış ekmek ve keskin kahve kokusuyla uyandırdım onu.. Keyifli bir kahvaltının ardından işe yolculandı.. O gidince etrafı toparladım canımın istediği kadar. Sıkılınca bıraktım, sade bir türk kahvesi eşliğinde denize baktım penceremden, sonra kitap okudum biraz. Bu yeni kitaba bayağı sardım ben. 'Günlerden Bir Gün' adı. Okudum okudum, sonra pencere önündeki lacivert koltukta uyuyakaldım.. Uyandığımda, hala rüyamda yediğim havuçlu kekin tadı vardı damağımda. Kalktım rüyada kalmasın diye havuçlu kek yaptım, fırından yeni çıkmıştı ki daha üstünden dumanlar çıkarken bir dilim ağzıma attım bile.. Evet rüyamdakinin aynısı olmuştu. Sanırım ben bu yemek yapma işini iyi beceriyorum :))
Güneş hafif hafif batmaya yeltenirken, her zamanki saatinde kapı çaldı. Canım geldi, üstündeki iş yorgunluğunu çıkarıp, bir dilim kekle bir fincan kahve eşliğinde sadece birbirimize bakarak anlaştık.. Şöyle bir kokladık havayı, denizin kokusu çağırıyordu bizi.. Aldık oltaları, buzlukta her zaman hazır bulunan yemleri, bizi çağıran denize kulak verdik. Farkında olmadan akşam oldu biz balıklarla oynaşırken bir kova suyun içinde. Akşam yemeği belli, bahçede mangal yakılacak.. Bana düşen koca bir kase salata yapmak.. Yok yok, iki kase, biri maydonozsuz, rokasız :))
İki de ince uzun bardak, içinde keyif olan.. Rakısız yenir mi balık?
Bahçede uzun uzun keyif yaptık, rüzgar hafiften yalayıp geçti tenimizden, üşüdük, daha doğrusu üşüdüm :)
Yeni bir güne uyanabilmek için yeniden, yaşanmış güne hoşçakal diyip güneşlerimizi uykuya yatırdık..
İşte günlerden bir gün böyle geçti, sakin, mutlu ve huzurlu.. Hep olmasını istediğimiz, hayalini kurduğumuz gibi..

13 Ocak 2010 Çarşamba

Anne Yoksa Ben Avatar mıydım??


Eveeeetttt sonunda Avatar'ı izleme şerefine nail oldum :))
Görsel bir şenliğin yanında, konusunu da beğendim. Yıllardır aynı konuda yüzlerce film yapıldı, içinde aşk olan savaş olan, bir kahraman olan.. Alışmıştık biz bu tür filmlere, ama neden bilmem avatar beni diğerlerine göre daha çok etkiledi...
Tipik Amerikalılar, 'Biz film yaparız, kendimiz de eleştirmeyi biliriz!' modundan çıkamamışlar. Her ne pahasına olursa olsun gözünü hırs bürümüş Amerikan askerleri, komutan konuşup gaz verirken, 'yeaaahhhh' nidalarıyla kaslı kolarını kaldırırlar, kafalarını bizim değimimizle emme basma tulumba misali öne arkaya sallarlar. Sonra hücuuummmm.. Ama galip gelen hep iyi taraftır :)) İşte bir klişe.. Ama dediğim gibi Avatar'da bu beni çok da rahatsız etmedi...
Ben daha çok 3D keyfini sürmenin ve o rengarenk cümbüşten gözlerimi alamamanın verdiği hoş duygularla izledim filmi..
Sinema salonu için Kanyon'u tercih edenlerdeniz, çünkü İstinye Park sinema salonları 1 hafta kadar doluydu, nasıl bir tercih bu orasını anlamak pek zor olmasa gerek :))
Ama Kanyon sinemaları da gayet yeterli ve güzeldi..
Artık sevdiğimiz saydığımız oyuncular Kenan İmirzalıoğlu ve Uğur Yücel'in Ejder Kapanı'nı bekliyoruz heyecanla.. 22 Ocakta geliyormuş. Fragmanını izledim de etkileyiciydi..
Zaten bu aralar bir Ezel hayranlığımız söz konusu. Pazartesi akşamları televizyonun ilk çıktığı zamanlarda, televizyonu olan eve toplanıldığı gibi, biz de bir eve toplanıp Ezel izliyoruz, yaratıcı yorumlar eşliğinde :) Maksat topluca bir aktivite yapmak.. (Poker ilk tercihimizdir :))
Kendime bir uğraş bulma çabasındayım, kafamı meşgul edecek, yerli yersiz düşünmekten beni kurtaracak bir aktivite.. Acaba ne? Onu henüz bulamadım ama üzerinde çalışıyorum. Kısmet, şansıma, bahtıma ne çıkarsa.. Yeni gündem bu mudur? Bu'dur...

4 Ocak 2010 Pazartesi

Hoşgeldim yeniden..

Yeni bir yıl..
Yepyeni kararlar, yepyeni umutlarla geldi yine..
Biz yeni yılı gökyüzünde karşıladık, uçakta :) Yeni yıl gecesi için bambaşka bir plan yapmıştık, ama üzücü bir sebeple şehir dışına çıkmamız gerekti. Bu da gösteriyor ki hayatta ne kadar plan yaparsan yap, bazen herşey planlara uymuyor..
Ama önemli olan, planların yolunda gitmemesi değil, nerde olursan ol, sevdiğinle yanyana olabilmek.. Elini tutabilmek..
Zaman yaşarken geçmiyor gibi geliyor, ama öyle çabucak geçiyor ki aslında. Bir günü bekliyorsun heyecanla, gün sayıyorsun, sonra bir bakmışsın ki beklediğin gün geçip gideli çok olmuş.. Sonra yeni bir günü bekliyorsun, yeni birini daha.. Hayat beklemekle geçiyor, hep bişeyleri bekliyoruz olduğumuz yerde. O bişeyler gelip geçiyor, biz aynı kaldırımda yaşlanıyoruz.. Çocukken büyümeyi, okulu bitirmeyi, evlenmeyi, çocuk yapmayı, emekli olmayı, karşıya geçerken kırmızı ışığı, restoranda yemeği, kışın yazı, yazın kışı, tatili, haftasonunu, sevdiğimizi, sevmediklerimizi, otobüsü, çayın demlenmesini, iyileşmeyi, yenilenmeyi, özgürlüğü.. Biz hep bişeyleri bekliyoruz..
Bir yıl daha yeni yeniden.. Her yılın ajandasının ilk günü yeni kararlarla doludur, yazmaya cesaret edemesek de. Ama günler geçtikçe yeni kararların yerini, eskimişlik, bıkmışlık alır.. Sonra yeni bir yıl gelir, herşey yine yeniden, yeni baştan..
2010 hoşgeldin..
Bize mutluluk, huzur ve istediğimiz gibi yaşama gücü ver.. Yenile bizi..
Yeni yılda daha çok yazmak, daha çok anlatmak dileğiyle..

15 Eylül 2009 Salı

Bir Garip Hallerdeyim

Garip bir ruh hali içindeyim..
Çok değil bundan yaklaşık bir ay önce meslek hayatımda yeni bir pencere açacak bir iş başvurusunda bulunmuş, görüşmeye gitmiş ve üç saat süren harika bir iş görüşmesi sonucu işe alındığımın haberini almıştım. Bir başarı hikayesine adım attım diye değişik duygular ve heyecan içerisindeydim. Ama yirmi gündür oyalanıyorum. Bu ayın birinde işe başlamam söylendiğinde bütün gerekli belgeleri bir gün içerisinde hazırlamak gibi büyük bir başarı gösterdim. Şimdiyse telefonlarıma çıkılmıyor, çıkılsa da arayacağım ben seni denip aranmıyor. Herhangi bir konuda olumlu ve ya olumsuz bir cavap vermek bence nezaket icabıdır. Deyim yerindeyse topu taca atmaksa nezaketsizliktir.
Eskiden, öğrenciyken benden yaşça büyükler işsizlik sıkıntısı çekip, iş arama silsileleri içinde boğulurken bana bu stres çok anlamsız gelirdi. Ne olacak ki eninde sonunda iş bulunur derdim. Oysa şimdi aynı durumda olan benim. İşsizliğimin ikinci ayına giriyorum. Evde oturmak zevkli de bu stresi yaşarken, telefonun çalmasını, başvuru geri dönüşlerini beklerken pek de hoş bir durum değil.
Ne sıkıntılıymış bu iş arama durumları ya.. Ayın birinde ev sahibi'ciğim parasını tıkır tıkır alırken, üstelik evinde yan gelip yatarak, ben o kirayı nasıl denkleştireceğimin sıkıntısını çekmekteyim..
Bu İstanbuldan gitmek istiyorum artık.. Küçük bir yerleşim yerinde, kendi halimde yaşamak istiyorum. Emeğimin karşılığını almak, huzurlu yaşamak istiyorum..
Bu ayın 26'sında gideceğim bir iş görüşmesinin ikinci aşamasından iyi bir sonuçla çıkmak ve artık bu acabalara bir dur demek istiyorum..
Evet istiyorum..

30 Ağustos 2009 Pazar

Bir Mim Daha

Sevgili Yesari çok özür diliyorum, çünkü uzun zamandır bilgisayarım olmaması sebebiyle yazılanları hiç takip edemiyorum. Şimdi yazdıklarını okurken gördüm beni mimlediğini, teşekkür ederim.. Bu arada nefret de etmiyorum bilgine :)))
Yesari'nin vazgeçemedikleri burada..
Şimdi gelelim benim vazgeçemediklerime;
*Tabi ki bugün nefes almama sebep olan annecim ve babacımdan,
*Hayatta dimdik durmamı sağlayan biricik Coşkuncuğumdan,
*Hayatımın sonuna kadar yemek yapmaktan,
*Hayvanları sevmekten,
*Woswos aşkımdan,
*Dostlarımdan!
*Veeeeeee yazmaktan, aklımdakileri yazmaktan,
ASLA VAZGEÇMEM...

Aslında hayatımda olan hiçbir şeyden kolay kolay vazgeçemem ben, eskiyen bir şeyi atarken bile film şeridi gibi gözümün önünden geçer yaşadıklarım :) Burda yazdıklarım öncelikli olanlar tabi..
Bu mim'i, yazmaktan vazgeçemeyen herkese gönderiyorum..

25 Ağustos 2009 Salı

Neler Oluyooorrr!!!

Uzun zamandır yazmamışım.. Yazamamışım, malum bilgisayarımın olmaması elimi kolumu bağlamakta.. Boş bilgisayar bulduğum an aç kurtlar gibi geçiyorum başına..
Dün canımın, herşeyimin doğum günüydü..
Canım;
Uzun uzun ve sağlıklı yıllar, gönlünce ve mutlu, huzurlu yaşayabileceğin nice yaşlar diliyorum sana. Ve aynı zamanda da hep yanında olmayı..
Doğum günün kutlu olsun..
Dün akşam bebek Tap's de yemek yedik.
Sonrasında hayatımın en güzel süpriziyle burun buruna geldim..
Özlem ve Özgür size çok ama çok teşekkür ediyorum bu muhteşem üstü süpriziniz için.
Yemekten çıktık Coşkuncuğumla, bebek sahilde yürüdük. Sonra Özgür aradı biz de bebekteyiz sizi de alalım diye. Yoldan geçen muzur sokak köpeğini seviyordum, sonra kulaklarıma bir yerden aşina olduğum bir tır tır sesi geldi!! Arkamı döndüm ve inanamadım gördüklerime.
Özlem ve Özgür kıpkırmızı, üstü açık bir WOSWOS'un içinden bana sesleniyorlar..
Nasıl bindim, oturdum gerçekten o süre kayıp bende.. Sevinçten ağlamaya başladım!! Ben deli miyim??? Sanırım evet..
Hayatımın en güzel anlarından biriydi..
Makinam yanımda değil diye çok hayıflandım, o andan hatıra bir fotoğraf olmalıydı elimde..
Özlem ve Özgür sizi seviyorum..
Çok ama çok teşekkür ederim bana bu hayatımın en güzel anlarından birini yaşattığınız için..
Ve bu sabah aldığım bir telefonla mutluluğum devam etti..
Beni tanıyanlar bilir, mutfakta olmak, yemek yapmak en büyük zevklerimden biridir. Ve hayatımın sonuna kadar mutfakta olmak hayalleriyle yanıp tutuşurum hep.
Bir kaç ay önce bu hayalimin verdiği bir istekle iş başvurusunda bulundum. Mutfak şefi yardımcılığı :))
Bu sabah aldığım telefonda görüşmeye çağırıldığımı öğrendim. Yarın sabah 11'de görüşmeye gidiyorum. Olur mu olmaz mı bilmiyorum ama bu görüşmeye çağırılmak bile benim için bir kilometre taşı. Kim bilir belki de kariyerimde bir dönüm noktası olur bu görüşme.
Çok heyecanlı ve çok mutluyum..
Olmasa da bu iş başvurularına devam edeceğim, veterinerlikten mutfağa giden yolda adım adım :))
Son gelişmeler böyle..
Görüşme sonrasında tekrar görüşmek üzere..

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Hoşgeldin Kitoloji


Hoşgeldiiiiiiinnn...
Artık bir blogger'ımız daha var..
Sevgili kitocan yeni bloğuyla merhaba dedi..
http://www.kitoloji.blogspot.com/
Ben çok beğendim..
Hayırlı olsun kitocan..

15 Ağustos 2009 Cumartesi

Her Ankara, Bir İstanbul...

ankara'dan bir kuş uçtu güneye doğru
kanatlarında sevdanın kar bulutları
gün batımı masum gülüşler ağlamaklı
yine birşeyler aldı gitti ayrılık hüzünleri
yeni birşeyler aldı gitti ayrılık...
gözlerin bugün garip ve ince bir hüzün
ankara'da sensiz olmak zor iki gözüm
sözlerin bugün kırık,umarsız,kördüğüm
ankara'da aşık olmak zor iki gözüm.
yine deli yangınlar oldu bugün akşama doğru
gökyüzünün sensiz sessiz haykırışları
son sevgi sözcükleri, son fısıltılar
yine birşeyler aldı gitti ayrılık hüzünleri
yeni birşeyler aldı gitti ayrılık...
gözlerin bugün garip ve ince bir hüzün
ankarada sensiz olmak zor iki gözüm
sözlerin bugün kırık,umarsız,kördüğüm
ankara'da sensiz olmak zor iki gözüm
ankara'da yalnız olmak zor iki gözüm
ankara'da aşık olmak zor iki gözüm...

14 Ağustos 2009 Cuma

"Herşey Geçer" Dedi Bilgenin Biri


Bir çocuk gördüm, bileğinde asılı bir poşet, elinde bir paket mendil. Tozdan kapkara olmuş ayak parmakları çıkmıştı kim bilir ne yollar aşındırmış sandaletinden. Yüzünde öyle utangaç bir ifade vardı ki...
Arkadaşımla bir alışveriş merkezi önünde oturmuş kahve içip sohbet ediyorduk. Utana sıkıla geldi yanıma çocuk, elimdeki Starbucks kahveyi işaret ederek: " O ne abla?" "Kahve" dedim "İster misin?" "Yok sağol abla" dedi.
Öyle tuhaf oldu ki içim. Ben markası olmayan kahveye çoğu zaman kahve demezken, dünyada birileri, hem de çok yakınımızda birileri bundan habersiz yaşıyordu.
Yanıma çağırdım, bir paket mendil aldım cüzdanımdaki tüm bozuklukları vererek. O uzun uzun baktı paralara, fazlasını geri uzattı. "Olsun kalsın sende" dedim. Yüzüne öyle masum bir gülümseme yerleşti ki, uzun zamandır yüreğim böyle içten gülümsemeyle karşılaşmamıştı.. Biz aramızda sohbet ederken arkadaşımla, O yanımızdan utana sıkıla geçip duruyordu. Ben öyle kızgındım ve hararetli bir konudan bahsediyordum ki yanıma gelip "Abla üzme kendini, geçer herşey" dedi. Öyle kalakaldım. "Gel" dedim "Otur bakalım"
"Okula gidiyor musun?" gibi klişeyle başladım sohebete. Herşey öyle hemen pat diye sorulmuyordu tabi..
"Evet, 5. sınıfa"
"Var mı başka kardeşin?"
"Bir abim var, askerden geldi yeni, iş arıyor. Bir küçük kız kardeşim bir de anam var"
"Baban?"
"Öldü" dedi yüzünü yere çevirip.
"Nerelisin?"
"Erzurum"
Kolundaki çarpuk çurpuk izlere takıldı gözüm. Kızmaya hazır şekilde "Ne o kolundaki izler? dedim.
İyice sıyırarak kolunu "Kırıldı geçen sene, ameliyat oldum, çok borca girdik abla bunun yüzünden, kaç ay çalışamadım" dedi. Utandım. İçim acıdı.
O yine de gülüyordu, masumca gülümsüyordu. Benimse içimde dışarı dökemediğim göz yaşlarım burnumu yakıyor, çenemi kilitliyordu.
Sustum...
Sonra görevli geldi. Kovdu çocuğu yanımızdan. Gitmek istemiyordu. Belli ki konuşmaya, derdini, halini anlatmaya açtı. İki adım gitti, dönüp baktı arkasına, sonra iki adım daha, iki adım daha. Uzaklaştı yanımızdan gözleri üzerimizde.
Gittim yanına tekrar. Cüzdanımdaki son paramı verdim utana sıkıla. Para vermek büyük meziyetmiş gibi. Almadı, almak istemedi. "Al dedim, sen istemiyorsan annene ver, ona veriyorum kabul et" Eline sıkıştırdım parayı. "Sen çok düzgün bir çocuksun, aferim sana, hep böyle kal ve oku, sakın vazgeçme okumaktan"
Sanki okul okuyan adam olurmuş, okumak hayattaki tek olaymış gibi, benim de söylediğime bak.. Ne denir ki bilemedim, ağzımdan dökülüverdiler işte..
Öyle mutlu oldu ki, o mutluluğu görünce yeniden çocuk oldum ben.
Yürüdüm, uzaklaştım ordan, arkama da bakmadım bir daha. Çünkü biliyordum ki bakarsam gidemem, bakarsam içimde dans eden göz yaşlarım bir yol bulup çıkacaklar dışarı. Bütün gün O'nu düşündüm. O kırık dişli, adını bile bilmediğim çocuğu.
Ey çocuk;
Eğer bir gün için bile mutlu edebildiysem, kaygılarını hafifletebildiysem, küçücük bir sevinç zerresi yerleştirebildiysem yüreğine, işte sırf bunun için bile yaşamaya devam edebilirim. Belki hiç unutmazsın bu günü, belki de yaşadığın her sıradan günden biridir sadece. Ama sen bana "Geçer herşey" dedin ya, işte onu hiç unutmayacağım ben. Senin umudun bir ışık yaktı bana, gülüşün huzur verdi.
Her zaman böyle kal çocuk, hep umutla kal. Sakın izin verme seni üzmelerine, kırmalarına ve kovmalarına. Sen o gülüşünü hiç düşürme yüzünden. Hayat yolunu ışıkla doldursun, sen büyü ve çok büyük adam ol.
Sen hep mutlu ol çocuk...
Not: Yukarıdaki resim bilbulpaylaş.com'dan alıntıdır.
Fotoğraf makinam yoktu yanımda, iyi ki yoktu çünkü ben o çocuğun resmini gözlerimle çekip, hafızama kaydettim...

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Günleeerr Sonraaa


Çok kısıtlı zamanımda sizi gelişmelerden haberdar etmeden yapamadım :)
1 Temmuz'da işi bıraktım, çok geçerli bir nedenden dolayı. Çok ama Çok mutluyum ve çok huzurluyum bu aralar..
İlk vermek istediğim haber: Yemek Sepeti Adana Açıldı..
Evet sevdiğimiz bildiğimiz yemeksepeti.com artık Adana'da. Bu haberi Coşkun vermek isterdi sanırım ama bu aralar o kadar yoğun ki yazmaya fırsatı olmuyor. (Her zamanki gibi diyelim:)
Süpersonik ortaklar Coşkun, Selçuk ve Erhan yoğun uğraşlar, çabalar ve büyük emekler sonucunda yemeksepeti Adana'yı açtılar. Burdan kendilerini canı yürekten kutluyor, bol bol kazançlar diliyorum..
İkinci haber: Bedia teyzecim (Coşkun'un annesi) Özlem ablacım (Coşkun'un ablası) ve dünyanın en güzel ikiz çocukları Defne ve Deniz İstanbuldalar..
Eve şenlik geldi, neşe geldi.. Ama her zaman olduğu gibi güzel günler çabuk bitiyor, iki gün sonra gidiyorlar :((
Melek kızların resimlerini koyucam en kısa zamanda kendileri stüdyoda çekimdeler şu anda :))
İşsizliğin, boş olmanın ve en önemlisi haftasonu Coşkuncuğumla olmanın keyfini sürüyorum. İş arıyorum tabi bu arada. Umarım şöyle huzurla çalışabileceğim bir iş bulurum. Artık iş yerinde olmadığım ve sevgili hırsız bilgisayarımı göürdüğü için internete erişebilmek için Coşkunun bilgisayarı işten eve getirmesi gerekiyor. O da her zaman mümkün olmuyor tabi. Bu yüzden çok da fazla yazamıyorum...
Güzel haberlerle tekrar görüşmek dileğiyle..
Hepinize mutlu haberler alacağınız huzurlu günler diliyorum..

30 Temmuz 2009 Perşembe

Fırında Tavuklu Beğendi


Bu işe başladığımdan beri mutfağa giremez oldum. Tostla ömür geçti walla :)) Ha bi yandan kilo verdik tabi ama yeter artık ben de yemek yapmak istiyorum..
Salı akşamı arkadaşlarımız Baran ve Beyza bendelerdi yemeğe. Salı günü de izin günümdü, sabahtan attım kendimi mutfağa. Ne var ne yok döktüm önüme, yapmayı özlediğim yemeklerden yaptım..
Birinin tarifiniz sizinle de paylaşmak istedim (çok beğenildi de laf aramızda :)
Yemeğimizin adı: Fırında Tavuklu Beğendi
Malzemeler:
*4-5 adet patlıcan
*iki kaşık un
*iki kaşık tereyağı
*bir kaşık sıvı yağ
*bir miktar süt
*bir parça tavuk göğsü
*kaşar
*tuz
*karabiber

Şimdi efem, patlıcanlarımızı yağlı kağıt serdiğimiz fırın tepsimize alıp, üstlerine çatalla bir kaç delik açtıktan sonra kendilerini közlenmek üzere fırına gönderiyoruz. 40 dk kadar süren bu işlem sonunda patlıcanlarımızı fırından alıp bir poşete koyup biraz bekletiyoruz, kabukları daha rahat soyulsun diye. (aynı işlemi közlenmiş biberde de uygularsanız onlarda daha rahat soyulurlar) Bu sırada tavuk göğsümüzü üzerine bolca su ekleyerek haşlıyoruz.
Patlıcanların kabuklarını soyup, bıçakla ince ince kıyıyoruz.
Diğer taraftan geniş teflon tenceremize tereyağını ve sıvı yağı koyup üzerine unumuzu ekliyoruz. Yağda unu hafifçe kavurduktan sonra içine bir miktar sütü ve kaynattığımız tavuğun suyunu yavaş yavaş ilave ederek bir el çırpıcısıyla karıştırarak topak olmasını engelliyoruz. Yani aslında bildiğimiz beşamel sos yapıyoruz. Bu sosumuza tuz ve karabiber koyduktan sonra közlenmiş kıyılmış patlıcanlarımızı ilave ediyoruz. Bir dakika kadar ateşte karıştırdıktan sonra didiklediğimiz haşlanmış tavuk göğsünü ve bir miktar kaşar peynirini de bu karışıma ekliyoruz. Daha sonra fırın tepsisine dökerek üzerini bol kaşar rendesiyle kaplayıp fırına veriyoruz. 180 derecelik ısıda 20 dakika kadar yani aslında kaşar peynirler eriyip kızarana kadar fırında pişiriyoruz.
Sonra eve gelen misafire ikram ediyoruz, onlar da bayılarak yiyorlar. Hele bi yemesinler!!
Fotoğraf makinam klinikte olduğundan salı günü yaptığım yemeklerin resimlerini çekemedim. Bu yüzden görüntüsünü sizin hayal gücünüze bırakıyorum... Ben patlıcan resmi koymakla yetiniyorum :))
İlerleyen zamanlar da yapmayı ve daha çok yemeği sevdiğim piroşki (Rus böreği) tarifini vereceğim. Eğer Taksimdeki Rus restoranı Rejans'a gittiyseniz bilirsiniz, yemediyseniz mutlaka gittiğinizde tadın.. Ya da beni takip edin tarifi kaçırmayın, evde yapıp afiyetle yiyin :))) Hem çok basit, hem çok lezzetli.. Ay o kadar anlattım ki canım istedi şimdi..
Bir tarif bölümünün daha sonuna geldik sevgili okurlar, bir daha görüşene dek esen kalın, hoşçakalın..