20 Temmuz 2010 Salı

Aşk...

Sefilmiş aşklar eskiden,
Elindekiyle yeninmeyi bilirmiş.
Fazlasında yokmuş gözü,
Ne gelirse gelsin başına,
Bırakmazmış elini sevdiğinin.
Yer, mekan, zaman fark etmez,
Yanındaysa sevdiceği, nefesi nefesindeyse,
Dünya yıkılsa umrunda olmazmış.
Düşlerinde hep sevdiği varmış,
İçinde bir çocuk gibi özenle büyüttüğü hayalerinde...
Eline kalemi alınca,
Sevdiğini yazarmış her kelimede..
Sevdiceğim diye başarmış her cümlesine;
Üç noktayla bitermiş cümleler,
Hep devamı gelsin diye...

Sevdiceğim;
Sefilmiş aşklar önceden,
Belki de avuçlarımıza sığmayacak kadar...

21/01/10

24 Şubat 2010 Çarşamba

Ey Börek! Sen Nelere Kadirsin

Her şey bir tepsi börekle başladı..

Bugün olduğum yer, ben..

Hiç bir gün severek ve isteyerek gitmediğim okul koridorları.. Sadece arkadaşlarımı ve biricik zuzumu görmek amacıyla uğradığım mekandı okul. Derslerin büyük bölümünü uyuyarak geçirdiğim zamanlardı. Bazı hocaların yüzlerini bile tanımadan geçiverdi yıllar. Yaptığım yemeklerin şanı konuşuluyordu o günlerde. Kod adı Mocuk olan arkadaş da bu konuşulanlara kulak misafiri olmuş bir gün. Severim ben de kendisini :) Patatesli severmiş böreği paşam. Akşam eve dönüş yolundan aldım bir kilo yufka, bir kilo patates. Patatesi haşladım, soğanla kavurdum, koydum tepsideki yufkaların arasına, verdim fırına, üzeri kızarmış nur topu gibi bir tepsi patatesli böreğim oluverdi, ben fırının başında çocuğunun doğumunu bekleyen bir baba gibi kıvranırken, nitekim fırını boş bırakmaya gelmez yakıverir güzelim böreği mazallah :)

Sabah mecidiyeköy 75A otobüsünde bir iki dilim indirdim mideye okul yolunda. Öğlen arasında yakalım ben Mocuk'u.. 'Al' dedim 'sana bir tepsi patesli börek'. Öyle bir bakışı vardı ki elimdeki börek dolu kaba, parkta kaybolan çocuğun annesini bulduğundaki sevinci gibi parlayıverdi gözleri.. Sonra baktım bir köşede kimseden habersiz indiriyor mideye börekleri. Yanımızdan geçen bir arkadaşa 'gel' dedim 'sen de al'. Kızdı bana Mocuk, 'söyleme başkasına, ben yicem' dedi.

'Tamam, ben sana yine yaparım' dediysem de dinletemedim, yedi bitirdi börekleri kimseciklere vermeden. Afiyet şeker olsun.. O günden sonra Mocuk'un hayatında bambaşka bir yer edindiğimi anladım. Annesinin nefis yemeklerine duyduğu özlemi işte o gün, benim böreklerimle gidermişti bir nebze de olsa. Ne zaman görse beni, anlatmaya başlardı yanındakilere böreklerimi. İşte şimdi o Mocuk benim, olduğum yerde bulunma sebebim. Yani biricik iş arkadaşım. 7.5 yıl sonunda hala öğrenci olmasına rağmen :) aynı zamanda da bir şirkette çalışan çalışkan arkadaşım, şirkette veteriner hekime ihtiyaç olduğunu bana haber vermeseydi kim bilir belki de nerde olurdum şimdi? İnsanın çalıştığı yerde okuldan bir arkadaşının, hele ki bir böreğe bu kadar vefa gösteren arkadaşının olması kolay kolay olacak şey değil..

Şimdi canım arkadaşım Mocuk, mezun oldu!! Artık O da bir veteriner hekim.. Yılların emeği ve çabası sonucunda ve nihayet mezun oldu. Can-ı gönülden kutluyorum kendisini tekrar ve tekrar..

Ama böreklerimi bu kadar öven, bir börek uğruna arkadaşına istihdam sağlayan bu arkadaşıma bir kez daha börek yaptım mı diye soranlara çok utanarak cevap veriyorum ki 'hayır'. Mocukcuğum biliyorum sana söz verdim, ama aylardır bir türlü kısmet olup da yapamadım sana börek. Ama biraz da korkumdan, şimdi bir kez daha sana börek yaparsam, sen o börekleri yediğinde belki de beni şirkete patron yapabilirsin. Kendimi henüz bu kadar ağır bir sorumluluğa hazır hissetmiyorum. O yüzden sen biraz daha bekle :))

Kendisinin bir de şirin mi şirin bir kız ardaşı var.. Onun börekleri varken zaten benim böreklerimin lafı bile olmaz, tabi bir de Mocuk fırını unutup börekleri yakmazsa!! Sibelcim sevgiler :)) Sen unutmuşsundur, çünkü iyi insanın içinde kötü şey durmaz, nitekim ben hatırlıyorum!!

Canım arkadaşım Mocuk, pardon, canım arkadaşım veteriner hekim Mocuk :) hayatta en zor şey olan işini sevmenin nasıl bişey olduğunu bana yaşattığın için teşekkür ederim. Bir de 4 aydır süren dırdırlarıma katlandığın için..
Her şey bir börekle işte böyle başladı :))

22 Ocak 2010 Cuma

Şaşı Bak Şaşırma

Ahhhh Ahhh benim güzel insanlarım.. Siz iki afiş arasındaki farkın sadece oyuncuların isimlerinin altta yazıp yazmaması olduğunu düşünürken, kim bilir ne kadar saf ve temiz duygularla bakıyordunuz ekrana.. Oysa sevgili Zaman gazetesi, sizin göz zevkinizi de düşünerek, ihaleye fesat karışmasın diye önceden önlemlerini almışlar! Soldaki afiş 17 Ocak tarihli Zaman gazetesinden.. Eveeeett işte farkı buldunuz tebrikler.. Şimdiye kadar gözünüze takılmayan, hatta ilginizi bile çekmeyen Berrak Tüzünataç ve Ceyda Düvencinin göğüsleri şimdi hayallerinizi süslüyor eminim!! Ama helal olsun valla başarılı sansür, photoshopÇU arkadaşa da ayrıca saygılarımı sunuyorum..
Yayıncıların haberi var mıdır ve bu duruma nasıl müsade etmişlerdir onu da sormak istiyorum naçizane??
Ah ben ne diyim artık? Ne düşünerek yaptılar bunu acaba? İnsanların; afişteki göğüs dekoltesini görünce erekte olup, sağa sola saldıracaklarını mı? E malum bütün kadınlar anamız, bacımız, aman diyim..
Sokakta normal! pantolonla yürürken bile laf atan babam yaşındaki adamlara sorsan, herkes anası bacısı, bi laf attığı hariç.. O da zaten giyinmesin böyle kot pantolon falan! Giyerse yediği lafı da hakeder. Ah amcam ah, imkan olsa da beyninin içine dalsam, baksam ne pislikler var içerde, döksem tuz ruhunu da erise gitse beyninle beraber tüm pislikler..
Ben bu gazla daha çok sayar söverim, iyisi mi sizi acıyan içinizle ve 'ulan ne olcak bu memleketin hali?' benzeri cümlelerle başbaşa bırakayım..
Havalar nasıl olursa olsun, sizin afişiniz dekoltelisinden olsun..


18 Ocak 2010 Pazartesi

Ağlasana Çocuk

İki kadın tipi vardır..
Ağlayamayan,
Her an ağlayabilen...
Ben ikinci gruptanım, fabrikasyon değiliz ki isteğe göre üretilebilelim. Öyle bir an gelir ki, içinde tarifini yapamadığın, bir volkan gibi kaynayan duygular büyür.. büyür.. büyür..
İşte böyle zamanlarda, burnun yanar, çenen titrer, görüntüler buğulanır, sonra sen ne kadar zorlasan da akıverir gözlerinden yaşlar..
Bence ağlamak en güzel tepkidir. İçinde büyümez üzüntülerin. Atılır bünyeden sorunsuzca.. Ne kadar tuzluysa göz yaşların, o kadar zehirlidir içindeki hüzün ve bir o kadar da yakıcı..
Ağlamak güzeldir...
Donuklaşmazsın, katılaşmazsın, kararmazsın..
Çocuk, neden ağlar? Dünyanın en masum varlığı olduğu için, henüz katılaşmadığı için, ağlamanın zayıflık olduğunu henüz öğrenmediği için..
Ağlamak zayıflık mıdır? Yok canım, ne münasebet!!
Müsadenizle ben biraz ağlamaya gidiyorum...

14 Ocak 2010 Perşembe

Günlerden Bir Gün, O Gün Bu Gün..


Sabah 8 de uyandım. Canım uyurken, kahvaltıyı hazırladım. Kızarmış ekmek ve keskin kahve kokusuyla uyandırdım onu.. Keyifli bir kahvaltının ardından işe yolculandı.. O gidince etrafı toparladım canımın istediği kadar. Sıkılınca bıraktım, sade bir türk kahvesi eşliğinde denize baktım penceremden, sonra kitap okudum biraz. Bu yeni kitaba bayağı sardım ben. 'Günlerden Bir Gün' adı. Okudum okudum, sonra pencere önündeki lacivert koltukta uyuyakaldım.. Uyandığımda, hala rüyamda yediğim havuçlu kekin tadı vardı damağımda. Kalktım rüyada kalmasın diye havuçlu kek yaptım, fırından yeni çıkmıştı ki daha üstünden dumanlar çıkarken bir dilim ağzıma attım bile.. Evet rüyamdakinin aynısı olmuştu. Sanırım ben bu yemek yapma işini iyi beceriyorum :))
Güneş hafif hafif batmaya yeltenirken, her zamanki saatinde kapı çaldı. Canım geldi, üstündeki iş yorgunluğunu çıkarıp, bir dilim kekle bir fincan kahve eşliğinde sadece birbirimize bakarak anlaştık.. Şöyle bir kokladık havayı, denizin kokusu çağırıyordu bizi.. Aldık oltaları, buzlukta her zaman hazır bulunan yemleri, bizi çağıran denize kulak verdik. Farkında olmadan akşam oldu biz balıklarla oynaşırken bir kova suyun içinde. Akşam yemeği belli, bahçede mangal yakılacak.. Bana düşen koca bir kase salata yapmak.. Yok yok, iki kase, biri maydonozsuz, rokasız :))
İki de ince uzun bardak, içinde keyif olan.. Rakısız yenir mi balık?
Bahçede uzun uzun keyif yaptık, rüzgar hafiften yalayıp geçti tenimizden, üşüdük, daha doğrusu üşüdüm :)
Yeni bir güne uyanabilmek için yeniden, yaşanmış güne hoşçakal diyip güneşlerimizi uykuya yatırdık..
İşte günlerden bir gün böyle geçti, sakin, mutlu ve huzurlu.. Hep olmasını istediğimiz, hayalini kurduğumuz gibi..

13 Ocak 2010 Çarşamba

Anne Yoksa Ben Avatar mıydım??


Eveeeetttt sonunda Avatar'ı izleme şerefine nail oldum :))
Görsel bir şenliğin yanında, konusunu da beğendim. Yıllardır aynı konuda yüzlerce film yapıldı, içinde aşk olan savaş olan, bir kahraman olan.. Alışmıştık biz bu tür filmlere, ama neden bilmem avatar beni diğerlerine göre daha çok etkiledi...
Tipik Amerikalılar, 'Biz film yaparız, kendimiz de eleştirmeyi biliriz!' modundan çıkamamışlar. Her ne pahasına olursa olsun gözünü hırs bürümüş Amerikan askerleri, komutan konuşup gaz verirken, 'yeaaahhhh' nidalarıyla kaslı kolarını kaldırırlar, kafalarını bizim değimimizle emme basma tulumba misali öne arkaya sallarlar. Sonra hücuuummmm.. Ama galip gelen hep iyi taraftır :)) İşte bir klişe.. Ama dediğim gibi Avatar'da bu beni çok da rahatsız etmedi...
Ben daha çok 3D keyfini sürmenin ve o rengarenk cümbüşten gözlerimi alamamanın verdiği hoş duygularla izledim filmi..
Sinema salonu için Kanyon'u tercih edenlerdeniz, çünkü İstinye Park sinema salonları 1 hafta kadar doluydu, nasıl bir tercih bu orasını anlamak pek zor olmasa gerek :))
Ama Kanyon sinemaları da gayet yeterli ve güzeldi..
Artık sevdiğimiz saydığımız oyuncular Kenan İmirzalıoğlu ve Uğur Yücel'in Ejder Kapanı'nı bekliyoruz heyecanla.. 22 Ocakta geliyormuş. Fragmanını izledim de etkileyiciydi..
Zaten bu aralar bir Ezel hayranlığımız söz konusu. Pazartesi akşamları televizyonun ilk çıktığı zamanlarda, televizyonu olan eve toplanıldığı gibi, biz de bir eve toplanıp Ezel izliyoruz, yaratıcı yorumlar eşliğinde :) Maksat topluca bir aktivite yapmak.. (Poker ilk tercihimizdir :))
Kendime bir uğraş bulma çabasındayım, kafamı meşgul edecek, yerli yersiz düşünmekten beni kurtaracak bir aktivite.. Acaba ne? Onu henüz bulamadım ama üzerinde çalışıyorum. Kısmet, şansıma, bahtıma ne çıkarsa.. Yeni gündem bu mudur? Bu'dur...

4 Ocak 2010 Pazartesi

Hoşgeldim yeniden..

Yeni bir yıl..
Yepyeni kararlar, yepyeni umutlarla geldi yine..
Biz yeni yılı gökyüzünde karşıladık, uçakta :) Yeni yıl gecesi için bambaşka bir plan yapmıştık, ama üzücü bir sebeple şehir dışına çıkmamız gerekti. Bu da gösteriyor ki hayatta ne kadar plan yaparsan yap, bazen herşey planlara uymuyor..
Ama önemli olan, planların yolunda gitmemesi değil, nerde olursan ol, sevdiğinle yanyana olabilmek.. Elini tutabilmek..
Zaman yaşarken geçmiyor gibi geliyor, ama öyle çabucak geçiyor ki aslında. Bir günü bekliyorsun heyecanla, gün sayıyorsun, sonra bir bakmışsın ki beklediğin gün geçip gideli çok olmuş.. Sonra yeni bir günü bekliyorsun, yeni birini daha.. Hayat beklemekle geçiyor, hep bişeyleri bekliyoruz olduğumuz yerde. O bişeyler gelip geçiyor, biz aynı kaldırımda yaşlanıyoruz.. Çocukken büyümeyi, okulu bitirmeyi, evlenmeyi, çocuk yapmayı, emekli olmayı, karşıya geçerken kırmızı ışığı, restoranda yemeği, kışın yazı, yazın kışı, tatili, haftasonunu, sevdiğimizi, sevmediklerimizi, otobüsü, çayın demlenmesini, iyileşmeyi, yenilenmeyi, özgürlüğü.. Biz hep bişeyleri bekliyoruz..
Bir yıl daha yeni yeniden.. Her yılın ajandasının ilk günü yeni kararlarla doludur, yazmaya cesaret edemesek de. Ama günler geçtikçe yeni kararların yerini, eskimişlik, bıkmışlık alır.. Sonra yeni bir yıl gelir, herşey yine yeniden, yeni baştan..
2010 hoşgeldin..
Bize mutluluk, huzur ve istediğimiz gibi yaşama gücü ver.. Yenile bizi..
Yeni yılda daha çok yazmak, daha çok anlatmak dileğiyle..