15 Eylül 2009 Salı

Bir Garip Hallerdeyim

Garip bir ruh hali içindeyim..
Çok değil bundan yaklaşık bir ay önce meslek hayatımda yeni bir pencere açacak bir iş başvurusunda bulunmuş, görüşmeye gitmiş ve üç saat süren harika bir iş görüşmesi sonucu işe alındığımın haberini almıştım. Bir başarı hikayesine adım attım diye değişik duygular ve heyecan içerisindeydim. Ama yirmi gündür oyalanıyorum. Bu ayın birinde işe başlamam söylendiğinde bütün gerekli belgeleri bir gün içerisinde hazırlamak gibi büyük bir başarı gösterdim. Şimdiyse telefonlarıma çıkılmıyor, çıkılsa da arayacağım ben seni denip aranmıyor. Herhangi bir konuda olumlu ve ya olumsuz bir cavap vermek bence nezaket icabıdır. Deyim yerindeyse topu taca atmaksa nezaketsizliktir.
Eskiden, öğrenciyken benden yaşça büyükler işsizlik sıkıntısı çekip, iş arama silsileleri içinde boğulurken bana bu stres çok anlamsız gelirdi. Ne olacak ki eninde sonunda iş bulunur derdim. Oysa şimdi aynı durumda olan benim. İşsizliğimin ikinci ayına giriyorum. Evde oturmak zevkli de bu stresi yaşarken, telefonun çalmasını, başvuru geri dönüşlerini beklerken pek de hoş bir durum değil.
Ne sıkıntılıymış bu iş arama durumları ya.. Ayın birinde ev sahibi'ciğim parasını tıkır tıkır alırken, üstelik evinde yan gelip yatarak, ben o kirayı nasıl denkleştireceğimin sıkıntısını çekmekteyim..
Bu İstanbuldan gitmek istiyorum artık.. Küçük bir yerleşim yerinde, kendi halimde yaşamak istiyorum. Emeğimin karşılığını almak, huzurlu yaşamak istiyorum..
Bu ayın 26'sında gideceğim bir iş görüşmesinin ikinci aşamasından iyi bir sonuçla çıkmak ve artık bu acabalara bir dur demek istiyorum..
Evet istiyorum..

30 Ağustos 2009 Pazar

Bir Mim Daha

Sevgili Yesari çok özür diliyorum, çünkü uzun zamandır bilgisayarım olmaması sebebiyle yazılanları hiç takip edemiyorum. Şimdi yazdıklarını okurken gördüm beni mimlediğini, teşekkür ederim.. Bu arada nefret de etmiyorum bilgine :)))
Yesari'nin vazgeçemedikleri burada..
Şimdi gelelim benim vazgeçemediklerime;
*Tabi ki bugün nefes almama sebep olan annecim ve babacımdan,
*Hayatta dimdik durmamı sağlayan biricik Coşkuncuğumdan,
*Hayatımın sonuna kadar yemek yapmaktan,
*Hayvanları sevmekten,
*Woswos aşkımdan,
*Dostlarımdan!
*Veeeeeee yazmaktan, aklımdakileri yazmaktan,
ASLA VAZGEÇMEM...

Aslında hayatımda olan hiçbir şeyden kolay kolay vazgeçemem ben, eskiyen bir şeyi atarken bile film şeridi gibi gözümün önünden geçer yaşadıklarım :) Burda yazdıklarım öncelikli olanlar tabi..
Bu mim'i, yazmaktan vazgeçemeyen herkese gönderiyorum..

25 Ağustos 2009 Salı

Neler Oluyooorrr!!!

Uzun zamandır yazmamışım.. Yazamamışım, malum bilgisayarımın olmaması elimi kolumu bağlamakta.. Boş bilgisayar bulduğum an aç kurtlar gibi geçiyorum başına..
Dün canımın, herşeyimin doğum günüydü..
Canım;
Uzun uzun ve sağlıklı yıllar, gönlünce ve mutlu, huzurlu yaşayabileceğin nice yaşlar diliyorum sana. Ve aynı zamanda da hep yanında olmayı..
Doğum günün kutlu olsun..
Dün akşam bebek Tap's de yemek yedik.
Sonrasında hayatımın en güzel süpriziyle burun buruna geldim..
Özlem ve Özgür size çok ama çok teşekkür ediyorum bu muhteşem üstü süpriziniz için.
Yemekten çıktık Coşkuncuğumla, bebek sahilde yürüdük. Sonra Özgür aradı biz de bebekteyiz sizi de alalım diye. Yoldan geçen muzur sokak köpeğini seviyordum, sonra kulaklarıma bir yerden aşina olduğum bir tır tır sesi geldi!! Arkamı döndüm ve inanamadım gördüklerime.
Özlem ve Özgür kıpkırmızı, üstü açık bir WOSWOS'un içinden bana sesleniyorlar..
Nasıl bindim, oturdum gerçekten o süre kayıp bende.. Sevinçten ağlamaya başladım!! Ben deli miyim??? Sanırım evet..
Hayatımın en güzel anlarından biriydi..
Makinam yanımda değil diye çok hayıflandım, o andan hatıra bir fotoğraf olmalıydı elimde..
Özlem ve Özgür sizi seviyorum..
Çok ama çok teşekkür ederim bana bu hayatımın en güzel anlarından birini yaşattığınız için..
Ve bu sabah aldığım bir telefonla mutluluğum devam etti..
Beni tanıyanlar bilir, mutfakta olmak, yemek yapmak en büyük zevklerimden biridir. Ve hayatımın sonuna kadar mutfakta olmak hayalleriyle yanıp tutuşurum hep.
Bir kaç ay önce bu hayalimin verdiği bir istekle iş başvurusunda bulundum. Mutfak şefi yardımcılığı :))
Bu sabah aldığım telefonda görüşmeye çağırıldığımı öğrendim. Yarın sabah 11'de görüşmeye gidiyorum. Olur mu olmaz mı bilmiyorum ama bu görüşmeye çağırılmak bile benim için bir kilometre taşı. Kim bilir belki de kariyerimde bir dönüm noktası olur bu görüşme.
Çok heyecanlı ve çok mutluyum..
Olmasa da bu iş başvurularına devam edeceğim, veterinerlikten mutfağa giden yolda adım adım :))
Son gelişmeler böyle..
Görüşme sonrasında tekrar görüşmek üzere..

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Hoşgeldin Kitoloji


Hoşgeldiiiiiiinnn...
Artık bir blogger'ımız daha var..
Sevgili kitocan yeni bloğuyla merhaba dedi..
http://www.kitoloji.blogspot.com/
Ben çok beğendim..
Hayırlı olsun kitocan..

15 Ağustos 2009 Cumartesi

Her Ankara, Bir İstanbul...

ankara'dan bir kuş uçtu güneye doğru
kanatlarında sevdanın kar bulutları
gün batımı masum gülüşler ağlamaklı
yine birşeyler aldı gitti ayrılık hüzünleri
yeni birşeyler aldı gitti ayrılık...
gözlerin bugün garip ve ince bir hüzün
ankara'da sensiz olmak zor iki gözüm
sözlerin bugün kırık,umarsız,kördüğüm
ankara'da aşık olmak zor iki gözüm.
yine deli yangınlar oldu bugün akşama doğru
gökyüzünün sensiz sessiz haykırışları
son sevgi sözcükleri, son fısıltılar
yine birşeyler aldı gitti ayrılık hüzünleri
yeni birşeyler aldı gitti ayrılık...
gözlerin bugün garip ve ince bir hüzün
ankarada sensiz olmak zor iki gözüm
sözlerin bugün kırık,umarsız,kördüğüm
ankara'da sensiz olmak zor iki gözüm
ankara'da yalnız olmak zor iki gözüm
ankara'da aşık olmak zor iki gözüm...

14 Ağustos 2009 Cuma

"Herşey Geçer" Dedi Bilgenin Biri


Bir çocuk gördüm, bileğinde asılı bir poşet, elinde bir paket mendil. Tozdan kapkara olmuş ayak parmakları çıkmıştı kim bilir ne yollar aşındırmış sandaletinden. Yüzünde öyle utangaç bir ifade vardı ki...
Arkadaşımla bir alışveriş merkezi önünde oturmuş kahve içip sohbet ediyorduk. Utana sıkıla geldi yanıma çocuk, elimdeki Starbucks kahveyi işaret ederek: " O ne abla?" "Kahve" dedim "İster misin?" "Yok sağol abla" dedi.
Öyle tuhaf oldu ki içim. Ben markası olmayan kahveye çoğu zaman kahve demezken, dünyada birileri, hem de çok yakınımızda birileri bundan habersiz yaşıyordu.
Yanıma çağırdım, bir paket mendil aldım cüzdanımdaki tüm bozuklukları vererek. O uzun uzun baktı paralara, fazlasını geri uzattı. "Olsun kalsın sende" dedim. Yüzüne öyle masum bir gülümseme yerleşti ki, uzun zamandır yüreğim böyle içten gülümsemeyle karşılaşmamıştı.. Biz aramızda sohbet ederken arkadaşımla, O yanımızdan utana sıkıla geçip duruyordu. Ben öyle kızgındım ve hararetli bir konudan bahsediyordum ki yanıma gelip "Abla üzme kendini, geçer herşey" dedi. Öyle kalakaldım. "Gel" dedim "Otur bakalım"
"Okula gidiyor musun?" gibi klişeyle başladım sohebete. Herşey öyle hemen pat diye sorulmuyordu tabi..
"Evet, 5. sınıfa"
"Var mı başka kardeşin?"
"Bir abim var, askerden geldi yeni, iş arıyor. Bir küçük kız kardeşim bir de anam var"
"Baban?"
"Öldü" dedi yüzünü yere çevirip.
"Nerelisin?"
"Erzurum"
Kolundaki çarpuk çurpuk izlere takıldı gözüm. Kızmaya hazır şekilde "Ne o kolundaki izler? dedim.
İyice sıyırarak kolunu "Kırıldı geçen sene, ameliyat oldum, çok borca girdik abla bunun yüzünden, kaç ay çalışamadım" dedi. Utandım. İçim acıdı.
O yine de gülüyordu, masumca gülümsüyordu. Benimse içimde dışarı dökemediğim göz yaşlarım burnumu yakıyor, çenemi kilitliyordu.
Sustum...
Sonra görevli geldi. Kovdu çocuğu yanımızdan. Gitmek istemiyordu. Belli ki konuşmaya, derdini, halini anlatmaya açtı. İki adım gitti, dönüp baktı arkasına, sonra iki adım daha, iki adım daha. Uzaklaştı yanımızdan gözleri üzerimizde.
Gittim yanına tekrar. Cüzdanımdaki son paramı verdim utana sıkıla. Para vermek büyük meziyetmiş gibi. Almadı, almak istemedi. "Al dedim, sen istemiyorsan annene ver, ona veriyorum kabul et" Eline sıkıştırdım parayı. "Sen çok düzgün bir çocuksun, aferim sana, hep böyle kal ve oku, sakın vazgeçme okumaktan"
Sanki okul okuyan adam olurmuş, okumak hayattaki tek olaymış gibi, benim de söylediğime bak.. Ne denir ki bilemedim, ağzımdan dökülüverdiler işte..
Öyle mutlu oldu ki, o mutluluğu görünce yeniden çocuk oldum ben.
Yürüdüm, uzaklaştım ordan, arkama da bakmadım bir daha. Çünkü biliyordum ki bakarsam gidemem, bakarsam içimde dans eden göz yaşlarım bir yol bulup çıkacaklar dışarı. Bütün gün O'nu düşündüm. O kırık dişli, adını bile bilmediğim çocuğu.
Ey çocuk;
Eğer bir gün için bile mutlu edebildiysem, kaygılarını hafifletebildiysem, küçücük bir sevinç zerresi yerleştirebildiysem yüreğine, işte sırf bunun için bile yaşamaya devam edebilirim. Belki hiç unutmazsın bu günü, belki de yaşadığın her sıradan günden biridir sadece. Ama sen bana "Geçer herşey" dedin ya, işte onu hiç unutmayacağım ben. Senin umudun bir ışık yaktı bana, gülüşün huzur verdi.
Her zaman böyle kal çocuk, hep umutla kal. Sakın izin verme seni üzmelerine, kırmalarına ve kovmalarına. Sen o gülüşünü hiç düşürme yüzünden. Hayat yolunu ışıkla doldursun, sen büyü ve çok büyük adam ol.
Sen hep mutlu ol çocuk...
Not: Yukarıdaki resim bilbulpaylaş.com'dan alıntıdır.
Fotoğraf makinam yoktu yanımda, iyi ki yoktu çünkü ben o çocuğun resmini gözlerimle çekip, hafızama kaydettim...

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Günleeerr Sonraaa


Çok kısıtlı zamanımda sizi gelişmelerden haberdar etmeden yapamadım :)
1 Temmuz'da işi bıraktım, çok geçerli bir nedenden dolayı. Çok ama Çok mutluyum ve çok huzurluyum bu aralar..
İlk vermek istediğim haber: Yemek Sepeti Adana Açıldı..
Evet sevdiğimiz bildiğimiz yemeksepeti.com artık Adana'da. Bu haberi Coşkun vermek isterdi sanırım ama bu aralar o kadar yoğun ki yazmaya fırsatı olmuyor. (Her zamanki gibi diyelim:)
Süpersonik ortaklar Coşkun, Selçuk ve Erhan yoğun uğraşlar, çabalar ve büyük emekler sonucunda yemeksepeti Adana'yı açtılar. Burdan kendilerini canı yürekten kutluyor, bol bol kazançlar diliyorum..
İkinci haber: Bedia teyzecim (Coşkun'un annesi) Özlem ablacım (Coşkun'un ablası) ve dünyanın en güzel ikiz çocukları Defne ve Deniz İstanbuldalar..
Eve şenlik geldi, neşe geldi.. Ama her zaman olduğu gibi güzel günler çabuk bitiyor, iki gün sonra gidiyorlar :((
Melek kızların resimlerini koyucam en kısa zamanda kendileri stüdyoda çekimdeler şu anda :))
İşsizliğin, boş olmanın ve en önemlisi haftasonu Coşkuncuğumla olmanın keyfini sürüyorum. İş arıyorum tabi bu arada. Umarım şöyle huzurla çalışabileceğim bir iş bulurum. Artık iş yerinde olmadığım ve sevgili hırsız bilgisayarımı göürdüğü için internete erişebilmek için Coşkunun bilgisayarı işten eve getirmesi gerekiyor. O da her zaman mümkün olmuyor tabi. Bu yüzden çok da fazla yazamıyorum...
Güzel haberlerle tekrar görüşmek dileğiyle..
Hepinize mutlu haberler alacağınız huzurlu günler diliyorum..

30 Temmuz 2009 Perşembe

Fırında Tavuklu Beğendi


Bu işe başladığımdan beri mutfağa giremez oldum. Tostla ömür geçti walla :)) Ha bi yandan kilo verdik tabi ama yeter artık ben de yemek yapmak istiyorum..
Salı akşamı arkadaşlarımız Baran ve Beyza bendelerdi yemeğe. Salı günü de izin günümdü, sabahtan attım kendimi mutfağa. Ne var ne yok döktüm önüme, yapmayı özlediğim yemeklerden yaptım..
Birinin tarifiniz sizinle de paylaşmak istedim (çok beğenildi de laf aramızda :)
Yemeğimizin adı: Fırında Tavuklu Beğendi
Malzemeler:
*4-5 adet patlıcan
*iki kaşık un
*iki kaşık tereyağı
*bir kaşık sıvı yağ
*bir miktar süt
*bir parça tavuk göğsü
*kaşar
*tuz
*karabiber

Şimdi efem, patlıcanlarımızı yağlı kağıt serdiğimiz fırın tepsimize alıp, üstlerine çatalla bir kaç delik açtıktan sonra kendilerini közlenmek üzere fırına gönderiyoruz. 40 dk kadar süren bu işlem sonunda patlıcanlarımızı fırından alıp bir poşete koyup biraz bekletiyoruz, kabukları daha rahat soyulsun diye. (aynı işlemi közlenmiş biberde de uygularsanız onlarda daha rahat soyulurlar) Bu sırada tavuk göğsümüzü üzerine bolca su ekleyerek haşlıyoruz.
Patlıcanların kabuklarını soyup, bıçakla ince ince kıyıyoruz.
Diğer taraftan geniş teflon tenceremize tereyağını ve sıvı yağı koyup üzerine unumuzu ekliyoruz. Yağda unu hafifçe kavurduktan sonra içine bir miktar sütü ve kaynattığımız tavuğun suyunu yavaş yavaş ilave ederek bir el çırpıcısıyla karıştırarak topak olmasını engelliyoruz. Yani aslında bildiğimiz beşamel sos yapıyoruz. Bu sosumuza tuz ve karabiber koyduktan sonra közlenmiş kıyılmış patlıcanlarımızı ilave ediyoruz. Bir dakika kadar ateşte karıştırdıktan sonra didiklediğimiz haşlanmış tavuk göğsünü ve bir miktar kaşar peynirini de bu karışıma ekliyoruz. Daha sonra fırın tepsisine dökerek üzerini bol kaşar rendesiyle kaplayıp fırına veriyoruz. 180 derecelik ısıda 20 dakika kadar yani aslında kaşar peynirler eriyip kızarana kadar fırında pişiriyoruz.
Sonra eve gelen misafire ikram ediyoruz, onlar da bayılarak yiyorlar. Hele bi yemesinler!!
Fotoğraf makinam klinikte olduğundan salı günü yaptığım yemeklerin resimlerini çekemedim. Bu yüzden görüntüsünü sizin hayal gücünüze bırakıyorum... Ben patlıcan resmi koymakla yetiniyorum :))
İlerleyen zamanlar da yapmayı ve daha çok yemeği sevdiğim piroşki (Rus böreği) tarifini vereceğim. Eğer Taksimdeki Rus restoranı Rejans'a gittiyseniz bilirsiniz, yemediyseniz mutlaka gittiğinizde tadın.. Ya da beni takip edin tarifi kaçırmayın, evde yapıp afiyetle yiyin :))) Hem çok basit, hem çok lezzetli.. Ay o kadar anlattım ki canım istedi şimdi..
Bir tarif bölümünün daha sonuna geldik sevgili okurlar, bir daha görüşene dek esen kalın, hoşçakalın..

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Çocuklar Gibi Şenim, Mimlendim :)

Sevgili ve çok candan okurlarım, çok ama çok mutluyum.. Blog dünyasına girdim gireli, beğendiğim takip ettiğim bloglarda okuyordum mim olayını.. Umutsuz umutsuz bekliyordum acaba bir gün ben de mimlenir miyim diye :))
Sevgili yesari, beni mimlemiş! İlk mim'imi aldım.. Konu nefret olsa da ben sevgiyle doldum görünce..
Şimdi işin zor kısmına gelelim: Nefret ettiklerim,
- Şu aralar işimden ve bana saygısızlık yapan sevgili! patronumdan,
-Benim veteriner olduğuma inanmayan! pek sevgili gazeteci yazar Ruhat Mengi'den,
-Özene bezene uzattığım, gözüm gibi baktığım ama çatır çatır kırılan tırnaklarımdan,
-Pazar günü çalışmak zorunda olmaktan,
-DT2 otobüs hattından ve her sabah otobüste saç baş kavga eden teyzelerden,
-Kısa mesafe olduğunu anlayınca suratı düşen taksicilerden,
-Riyakar, çıkarcı ve kendini mutsuz olmaya mahkum eden insanlardan,
-Aziz Yıldırımdan (Fenerliler kusura bakmayın:))
-Kıroyum ama para bende kişiliklerinden,
-Yaz sıcağında çizme giyenlerden!
-Bir fobimin! olmasından,
-İşi dünyayı gezmek olan Acun'dan :)
-Altındakileri ezerek bi yerlere gelmeye çalışan müdürlerden,
-Harvey Nichols'dan!
-Kendi temizliğine özen göstermeyen, kokusuyla yanındakileri rahatsız eden insanlardan,
-Kadir, kıymet bilmeyen, takdir etmeyen insanlardan,
NEFRET EDİYORUM...
Vay beee daha yazacak çok şey vardı da görmemişin mim'i olmuş hesabı olmasın dedim.. Ne çok şeyden nefret ediyormuşum meğer..
Sevgili yesari'ye tekrar çok teşekkür ederek, kendi mimlediklerimi açıklıyorum :))
Noter huzurunda yapılan çekiliş sonucu işte mimlenenler :)
İlk izlyicim olduğu için kendisine minnet borçlu olduğum sevgili ebruli- yansımalar
Verdiği tarifleri adım adım takip ettiğim çilekli blog sahibesi sevgili yeşim
Yaptığı yorumlarla hep beni gülümseten sevgili gofret,
Rengarenk bloguyla gözümü doyuran heyecanla takip ettiğim sevgili fındıkfaresi
Blogunda her konuya yer veren, aydınlatıcı blogger sevgili amethyst
Her benim olmalı dediğinde ben de benim olmalı dediğim :) sevgili ebvata
Harika tarifler veren, Fesleğen kokulu blog sahibesi sevgili eda
Mini mini blogumun son üyesi sevgili modamakyajveben

Eveeeeeetttt sizleri mimlemiş bulunmaktayım..
Kolay gelsin :)))

Coşkun'dan..

kim demiş haram nedir bilmez hayyam? ben haramı helâli karıştırmam: seninle içilen şarap helaldir, sensiz içtiğim su bile haram.

Ömer HAYYAM

26 Temmuz 2009 Pazar

Ben Hastayım, Woswos Hastası


Evet ben bir Woswos hastasıyım.. Gerçekten hastayım ama. Ne zaman yolda yanımdan geçen yeni ya da eski -ki eski tercih sebebidir! bir Woswos görsem içim kıpır kıpır olur, bir heyecan dalgası yayılır ruhuma. Artık manyak mı dersiniz bilmem ama evet durum bu. Bi kere olnar bana araba gibi görünmüyor hiç. Canlı sanki onlar, duyguları var, sinirlenince homurdar, canı istemezse bir adım bile gitmez, benzini su gibi içer doymak bilmez. Motoru arkadadır, öndeyse küçücük bagajı. Canı istediği kadar eşya alır bagajına, gerisi onun sorunu değildir. Bireydir o, kendi seçimleri olan bir birey..
Hayatımda aldığım en güzel hediyeydi o.. Sarıydı, cıvıl cıvıldı. Yaşlıydı belki ama ruhu gençti, hiç yorulmazdı benimleyken. Her sabah ona günaydın demeden yola çıkmazdık. Akşam ben evdeyim, o dışarda diye üzülürdüm çoğu zaman. Sonra bir gün onu bana hediye eden babam, verdiği mutluluğu geri aldı. Ben İstanbul'a geliyordum, çok heyecanlıydı herşey. Ama bilmezdim ki onu benden ayıracak bu gidiş. Sattı onu babam. İstanbul'da zorluk çıkarırmış bana diye hem de.. Ben günlerce kendime gelemedim.Ondan bana kalan tek şey, kendi minyatür Woswosuydu. Arka camın önünde dururdu, sanki yavrusunu cebinde taşıyan kanguru gibi :) Sadece onu alabildim kendime..
Yavrusuna baktıkça onu hatırlıyor, hem çok üzülüyor, hem de bir zamanlar benim olduğu için mutlu oluyordum. Sonra bir gün, hırsızın biri geldi ondan bana kalan tek şeyi aldı gitti. Yıllarca uğraşıp biriktirdiğim, üzerlerine titrediğim, eve gelen hiçbir çocuğa elletmediğim woswos koleksiyonumu aldı ve gitti. Aramda duygusal bağ olan, taptığım bilgisayarıma bile üzülmedim o kadar gitti diye. Hayır ne yapacaksın sanki o kadar arabayı, taşıdığına değmez. Asıl komik olan, pahada ağır olan iki tane büyük Woswosu almamış da 40 tane küçük Woswosu toplamış gitmiş. Halbu ki o ikisini alsa satsa iyi para eder, küçükler satılmaz da..
O gün bu gündür daha bir parça bile katmadım koleksiyonuma. Coşkuncuğum çok üzüldüğümü görüp yandaki kırmızı Woswosun küçüğünü alınca biraz da olsa geldi hevesim yerine.
Bu anlatılamaz, anlaşılamaz bir sevgi. Bir gün kendi Woswosunuz olursa yazdıklarımın ne demek olduğunu anlarsınız. O duygu bambaşka bişey..

25 Temmuz 2009 Cumartesi

Çifliğim, Çifliğim Sanal Çifliğim


Çocukluğumdan beri hayvanları hep severdim. Hatta babam yurtdışındayken 4 yaşımda falanım heralde, benim söyleyip annemin yazdığı mektupta şöyle bir cümle geçer: Babacığım seni çok özledim, gelirken bana kuzu getir :)
Yıllar geçti ben veteriner oldum, içimdeki hayvan sevgisi bitmek bilmedi. Öyle sadece kedi köpek de değil, her türlü hayvana yer var gönül sarayımda :) Bu hayvan sevgisinin yanında da ekip biçmeye, tarla, bahçe işlerine de pek meraklıyımdır ben. Hep bir çifliğim olsun hayaliyle büyüdüm, hiç olmadı bahçeli bir evim olsun dedim. Şimdilik ondan da bi ışık yok. Baktım bu iş böyle olmayacak kendimi bir facebook application'ı olan farmville'e verdim. Ekiyorum, biçiyorum, inek sağıyorum, taze yumurta alıyorum, vişne, greyfurt, kayısı, muz topluyorum dalından :)) Yanda gördüğünüz de benim naçizane çiftliğimin resmidir. Teknolojinin gözünü seveyim, hem sanal çifliğim var, hem resmini çekip paylaşabiliyorum.. Vay be ben bile şaşırdım şimdi.. Daha çok yolum var, çok para kazanmam, bir de çiflik evi kondurmam lazım, bahçede yatıp kalkıyorum :))
Emeksiz yemek olmaz tabi, önce iş sonra keyif.. Eh ne diyelim allah herkese böyle bir çiflik nasip etsin..

24 Temmuz 2009 Cuma

Ortaya Alevli Karışık Cinsten

Bu aralar biraz mutsuzum ya, canım da pek fazla bişey yazmak istemiyor. Ama şöyle bir başlayayım bakalım neler çıkacak..
Öncelikle hayatımdaki bazı kişi ve kişiliklerden nefret ediyorum. Hani "insanın fikri neyse zikri de odur"u kanıtlayan cisten olanlardan. Cem Yılmaz söylediğinde çok gülmüştüm zamanında ama şimdi düşünüyorum da ağlamak lazımmış halimize. "Bütün mahalle tren yapmış gidiyor"
Gerçekten bu kadar art niyetli mi düşünür oldu insanlar? Karşımızdakine söylenecek güzel bir sözü, iltifatı hemen aşka, meşke, belden aşağıya mı vurmak gerekir? Hemen adı bana karşı bişeyler hissediyor mu olur yani? Ahhh ahhh bu kadar kısa zamanda bu kadar çok değiştiyse dünya, ben bu dünyada nasıl çocuk yetiştireceğim?
-Yavrum bak aman dikkat insanlara güven olmaz..
-Aman yavrum bu devirde babana bile güvenmeyeceksin..
-Bak yavrum erkekler yanlış anlarlar, bu kadar samimi olma..
-Arkadaşın da olsa bir erkeğe çok da sarılma, yanlış anlar..
Ben çocuğumu bu cümlelerle mi yetiştireceğim yahu??
Aman neyse çok kızdım, daha fazla yazarsam kötüye gidecek konunun sonu..

Çok çabuk konudan konuya atlarım :)
Sevgili Coşkuncuğum'a teşekkürü bir borç bilirim.. İzin günümde öğlen yemek yemeye gittim yanına, bana çok güzel bir yemek ısmarlaması yanında Estee Lauder'in ürünlerinin satıldığı bir mağazaya götürdü beni. Bu maskarayı da ordan aldım ve kullanınca çok memnun kaldım. Ama bir alışveriş delisi olan ben başka bir şey aldım mı diye soranlara cevabım: Hayır :)
Acil olarak başka bir şeye ihtiyacım yoktu ondan almadım, ama kendimi taktir etmedim de değil hani :)
Bu arada İstanbul'un güzide semtlerinden olan Maslak, öğlen saatlerinde tam anlamıyla iğne atsan yere düşmez cinsten oluyormuş. Pazarlama ve satış dünyasının sevilen simaları öğlen yemeklerinde bir bütün olarak ordalar.. Benim için ne kadar alışılmadık olsa da, tercih konusu olunca ben de tercih ederdim doğrusu o civarda çalışmayı. Çünkü sosyallik hat safhada, bense bütün gün bahçe klinik arası mekik dokuyorum, en fazla uzaklaşabildiğim yer yandaki erkek berberi Vedat abinin kapı önü masası..
Evet evet güzel haberler vermeme az kaldı inşallah.. Beklemedeyim şu aralar.. Umutsuz yaşanmıyor tabi, herşey bir umut bana..
Evet çıkma vakti geliyor işten nihayet, günün en güzel anı işte bu..

23 Temmuz 2009 Perşembe

Bu bir teşekkür yazısıdır..

Burdan bir kedi sever olan sevgili Çiğdem Akkaya'ya hem bu kadar güzel bir sitenin altına imza attığı için, hem de bir hayvan sever olarak kediler konusunda insanlara aydınlatıcı bilgiler verdiği için bir kez daha teşşekkür ediyorum.. Çiğdem sitesinde bu kez de bizim kliniğimizi konuk ediyor. Kedi hastalıkları hakkında verdiğimiz kısa bilgileri yayınlıyor... Burdan kedikardeşliği sitesine ulaşabilirsiniz..

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Selülit ve puding savaşları.. Return of the jedi :)

Gelenler gitti, ben yine burdayım.. Annemi ve babamı tekrar gelmeleri sözünü alarak kemer semalarına yolcu ettim cuma sabah. Ordaki sakin hayattan sonra burda sıkılıyorlar tabi doğal olarak. Onlara da hak vermiyor değilim. Burda oldukları iki kısacık gün çabucak bitiverdi. Zeynep de Çeşme sahillerine attı kendini :)
Patron tatile gitti, klinik bana kaldı, bu hafta tatil günü de yalan oldu :( Neyse heyecanla eylülü bekliyorum..Limango'dan Özlem'in sipariş ettiği selülit kremleri geldi. Ben de dün akşam bir heyecan kullanmaya başladım. Tabi kilo verince selülitler de daha fazla görünür olmaya başlıyor. E zaten alış veriş yapmak için bahane lazım :) Bakalım başladık kullanmaya, sonuçları tabi ki bildiricem..
Özlemcim tekrar teşekkürler..
Diyet yaparken en çok tatlı isteğime karşı koyamıyorum. E ne yesem vicdan azabı. Dr. Oetker'in bu pudingini ne zamandır görüyordum da bir türlü alıp denemek kısmet olmamıştı. Geçen market alış verişi yaparken takıldı gözüme. Kendimle verdiğim uzun savaşlar sonucunda kendi light tatlımı yapma düşüncesiyle atıverdim sepete. Eve geldim %0.1 yağlı light sütle dolu olan buzdolabından bir paket süt aldım ve başladım pudingi karıştırmaya. Piştikten sonra derin dondurucunun hızlı dondurma bölümüne koydum daha fazla dayanamayacağım için! Sonra Coşkun'a arkasındaki kalori miktarını gösterip light sütle yaptığıma yeminler ederek yedirdim :) Gerçekten çok çok güzel oldu. Hem çok hafif hem de çok lezzetli. Hem de vicdan azabından eser yok :)
Bunun yanında Mado'nun light vişneli dondurmasına takılmış durumdayız bu aralar. Eve gidiş yolu üzerinde Cevahir'e uğrayıp Mado'dan dondurma almadan, yemeden geçmez oldum neredeyse!
Ama sonuç olarak hem kilolar gidiyor, hem selülitler, hem de doya doya tatlı yeniyor! E daha ne olsun canım :))
Pazartesi sendromu yaşayanlara acil şifalar, ama üzülmeyin benim yaşayacak bir pazartesi sendromum bile yok. Bana hergün pazartesi:))
Hadi iyi haftalar..

3 Temmuz 2009 Cuma

Gelenler, Gidenler ve Tatil


Eveeeettt sonunda tatil planımızı yaptık.. Şu an plan aşamasında ama olsun en büyük adım bu :)) Eylül 27 de Londra'ya gidiyoruz. Şimdi bizi aldı bir vize telaşı, pasaport tarihleri uzatılacak, vize belgeleri hazırlanacak, uçak biletleri alınacak vs derken birden eylül gelmiş olacak.. Sonra Londra'ya nasıl gittik anlamadan bir haftalık tatil bitecek ve biz yine çalışmaya devam edicez.. Daha tatile gitmeden sonrasını düşünür oldum. Neden? Ah gözünü sevdiğimin öğrenciliği, tabi üç ay tatil varken kim takar tatilin bitişini. Ama kocaaa senede bir haftacık tatilin olunca insan daha gitmeden sonrasını düşünüyor :)
Gelecek haftanın gündeminde annem ve babam var.. Yaşasın! Yoğun diretmelerime dayanamayıp haftaya 7 temmuzda buraya geliyorlar. İstanbul'u sevmeyen annem ve babam için Kemer'i bırakıp buraya gelmek gerçekten biraz işkence, anlıyorum.. Ama ben de onları çok özlüyorum. Malum çalışmaktan yanlarına da gidemez oldum eskisi kadar. Kısa süreliğine de olsa onları görmek iyi gelecek bana. İki haftanın off günlerini birleştirdim, onlar burdayken iki gün beraber olucaz. Bunun yanında 6 temmuzda da Zebiciğim geliyor Kanada'dan.. Yani benim ev bir şenlik yeri olacak haftaya.. Seviyorum kalabalık evleri, beraber oturulan yemek masalarını, sohbetleri.. Koca! iki günde annem babam Zeynep ve ben biraz tadını çıkarırız heralde İstanbul'un.
Ağustos başında da canım Bedia teyzecim geliyo (laf aramızda Coşkun duymasın, Bedia teyze beni özlemiş de ondan geliyo :))))) Güzel bir hafta da onunla geçecek. Bir The Marmara masajı daha isteriz Coşkuncuğum, duyurulur!!!
Eylül 20'de de Adana'ya gidiyoruz düğüne. Yani bizim tatil gününe kadar baya dolu dolu geçecek günler. Tek derdim var işte, pazar günleri çalışmak. Eskiden pazar aktiviteleri yapardık, piknik, kilyos, polonezköy... Şimdi Rock'n Coke'a bile gidemeyeceğim :(( Neden? Çünkü çalşıyorum.. Neyse bu gün mutluyum, karamsarlık yok.. Sabah İş Bankası çalışanlarından aldım sinirimi, güne öyle başladım. Ama benim hatam yok, hak ettiler, haşladım :))
Sevgili hastalarım beni bekler..
Esen kalın :)

27 Haziran 2009 Cumartesi

Kanatlandık :)

Kilo vermeye devam.. Daha önce de bahsettiğim kitap sayesinde 61 sularında gezen ben artık 53 semalarındayım.. Yani uçuyorum :)) Şiddetle tavsiye ediyorum, eğer herşeyi denedim ama kilo veremiyorum diyenlerdenseniz bizim gibi, bu kitabı mutlaka okuyun, kendinizi, kafanızı diyete hazırlayın ve verilen listeye mutlaka uyun.. Sonra benim gibi eski kıyafetlerin bol gelmesi lüksünü yaşayın, alışverişe bahane olsun :))
Her ne kadar ikimizin bloğu olsa da sadece yazar olarak benim işlevselliğim kimsenin gözünden kaçmamış olsa gerek.. Coşkun napıyor? Her gün blog sayfasını açıp Burcu bişey yazmış mı acaba diye kontrol etmekten başka bişey yapıyorsa blogla ilgili işte ondan benim haberim yok!!
O yazmasa da ben ondan da haberler vereyim: 12 kilo vermenin hafifliğini yaşıyor kendisi.. Tartılar dile gelse de konuşsa ikimizin halini :))
Sonuç olarak mutluyuz huzurluğuz, hafifiz...

Sam için...

Sam; belki çok kısa süre önce tanıdım onu.. Bir pazar günü kliniğe gelmişti. Dün Sam'i kaybettik hem de Türkiye'de neredeyse her köpekte kullanılan bir ağrı kesici ilaç yüzünden. Hayvanlar için üretilen bu ilacın prospektüsünde toksisitesiyle ilgili hiç bir bilgi yok!! Fakat Amerika bu ilaç kullanımı hakkında uyarıyor "toksisite yapabilir" diye. Şimdi bu ilacın sahibi firmayla görüşüyoruz. Sam'in organları otopsiye gönderildi resmi bir sonuç elde etmek için. 3 gün içinde kaybettiğimiz, kendini çok sevdiren, en kötü halinde bile bize hiç kızmayan, yaptığımız her tedaviye itiraz etmeden boyun eğen Sam, gittiğin yerde rahat uyu..

5 Haziran 2009 Cuma

Hachiko..


Son günlerin gündeminde Taksim The Marmara otelinin önünde yaşayan Ebru isimli köpeğin ölüm olayı var. Eceliyle mi öldü yoksa tekmelenerek mi öldürüldü? Hala muamma olan bu konudan ziyade bu sabah Hürriyet gezetesinin Kelebek ekinin köşe yaşarı Cengiz Semercioğlu'nun yazısı çok ilgimi çekti. Daha önceki yazılarından birinde Ebru köpeğin heykelinin dikilmesi gibi bir görüş belirtmişti kendisi. Bu yazısından sonra okurlardan gelen alaycı yazılara değinerek bugün ki yazısında bir köpeğin hikayesini anlatmış. Hikaye kısaca şöyle:
1924 yılında Tokyo Üniversitesinde görev yapan Japon profesör Hidesaburo Ueno küçük safkan bir Akita cinsi yavru köpek edinmiş. Adını da Japonca da sekiz tane anlamına gelen Hachiko koymuş. Her sabah evden beraber çıkıyorlar, Hachiko profesörü metronun kapısına kadar bırakıp sonra aynı yoldan evine dönüyormuş. Bir gün işinden dönen profesör metro çıkışında Hachiko'nun beklediğini görüp çok şaşırmış. Hachiko sahibinin dönüş saatini hesaplayarak ve aynı yolu kullanacağını düşünerek onu karşılamaya gidiyormuş. Geçen bir yıl süresince sahibini her sabah metroya bırakıp, her akşam iş dönüşü metro çıkışında karşılamış. Bir gün metrodan çıkmamış profesör. Gece boyunca beklemiş Hachiko. Ertesi gün ve bunu takip eden günler boyunca hep beklemiş metro çıkışında. Profesör Üniversitede kalp krizi geçirerek ölmüş aslında o gün. Hachiko her akşam sahibini beklemiş belki gelir diye Tokyo metrosunun Shibuya istasyonunda. Tam 10 yıl... 12 yaşındayken metro kapısında ölmüş Hachiko. Ve bu köpeğin bu sadakat hikayesi unutulmasın diye metro istasyonuna heykelini dikmişler!! 1987 yapımı japon filmine bile konu olmuş bu hikaye. Şimdilerde filmin Hollywood versiyonu çekilmiş(Huylarıdır, güzel olan her filmin kopyasını yapmak!). Hachiko'nun sahibini de Richard Gere canlandırıyormuş. Vizyona girer girmez gideceğim filmler listeme eklenmiş oldu kendileri. Günümüzde insanın insana bile sadakat değerlerinin sorgulandığı bu günlerde beyni birazcık gelişime açık olan insanlara ithaf olunur..

4 Haziran 2009 Perşembe

PireCİK


Bu sabah kliniğimize gelen yavru kedicik kaşınmaktan bitap düşmüştü. Hemen pire-kene ilacıyla her tarafını temizledik. Bir kaç dakika sonra üzerindeki pireler pıtır pıtır düşmeye başladı. Ben de boşum ya aldım elime mikroskop lamını koydum düşen pirelerden bir tane, mikroskoptan resmini çektim. Gözle bile zar zor görülen hayvanın aslında ne de ilginç bir yapısı var. Bize okulda Parazitoloji dersinde buna benzer çok fazla çeşit yaratık göstermişlerdi. Ama o zaman ki amaç sınav geçmek olduğu için bu kadar detaylı ve araştırmacı ruhla incelememiştim :)
Dedim ki kaç kişi pireyi mikroskopta görmüştür? Kendimi blog sakinlerine hizmete adamış olan ben sizleri böyle bir eksikle yaşamaya mahkum edemezdim :) Aslında böyle küçük canlıların, doku ve hücrelerin büyütülmüş hali görülmeye değer. Pire gibi biraz garip bir canlıyla başlamış olsamda paylaşımlarımın devamı gelecektir..
Hepinize piresiz, kaşıntısız günler diliyorum..

28 Mayıs 2009 Perşembe

4 Gün Diyeti


Bir süredir hiçbirşey yazmadığımın farkına vardım. Sebep; son 9 gündür yaptığımız diyet :)
Coşkun ve ben fazla kilolarımızdan şikayet etsekte hiç yemek yeme keyfimizden vazgeçmedik. Ta ki ben artık dur deyip bu kitabı okuyana kadar. İki günde kitabı okumayı bitirip, gerekli alış verişi yapıp, başladık diyetimize. Bu gün itibarı ile ben 3, coşkun 5 kilo vermiş bulunmaktayız. Hem de gayet düzenli ve sağlıklı beslenerek. Ama daha önümüzde koca bir 19 gün var. Toplamda 28 gün yapılan diyet sonunda istediğimiz kilolara kavuşmayı umuyoruz.
İstediğimiz kiloya kavuşunca ki ödülümüz mü? Tabi ki güzel ve sevdiğimiz bir yerde yemek yemek :)
Coşkuncuğum sana sesleniyorum: Yoğun olduğun için yazmıyosun ama biliyorum yazdıklarımı okumaktan da geri kalmıyorsun :) Diyet sonunda bi Lacivert'e götürürsün artık sanki.. Ama ben bilmiyor olayım da sürpriz olsun :))

21 Mayıs 2009 Perşembe

A İstanbul Beyim Aman...


Tarih 19 Mayıs, günlerden salı. Belki de uzun zamandır ilk defa herkesin tatil olduğu gün ben de çalışmıyorum. Uzun zamandır hasret olduğum sabah uykusunu biraz abartıp uyandıktan sonra, Egemen ve Özlem'in mükellef kahvaltı sofrasında rejim başlangıcının son günü diyerekten yemek olayını da biraz abarttık sanırım :) Sonra çıktık evden, vurduk kendimizi sahil yoluna, nereye gittiğimizi bilmeden. Egemen sağolsun, Sarıyer Öğretmen Evine gittik. Muhteşem manzara eşliğinde, çok uygun fiyatlarla harika yemekler yedik.

Deniz, yemek, tatil, huzur, daha ne isterim :)
Dışarda bir rüzgar, içimde hafif bir ürperti, balkona çıktım şöyle bir baktım deniz boyunca. Sonra bir kez daha teşekkür ettim yukarılara bakıp sahip olduklarım için, sevdiklerimle olduğum için. Biraz da hayal kurdum kendimce, şimdilik çalışmak için bir amacım olsun diye..
Gün gelir bu yazdıklarımı okuyup, işte o günlerde şimdiki hayatımın hayalini kuruyordum diyebilmek için..





Denize doyamadık, kendimizi Rumeli Kavağında bulduk.. Sarıyer'i geçtikten sonra öyle güzel bir yol gidiyor ki kavağa, sanki İstanbul'dan kilometrelerce uzakta bir sahil kasabasında gibi hissediyor insan kendini. Bulutlar üstümüzde, rüzgar iyiden iyiye kendini hissettirirken, üşüsekte deniz kenarında oturup keyif yaptık bir güzel. O gün keyfimizi bozmaya kimsenin gücü yetemezdi, yetmedi de.. Rastgele oturduğumuz restoran gelen hesapla bizi kızdırmasaydı daha iyi olacaktı ama o kadar keyifliydik ki onu bile dert edemedik.


İşte bir tatil günüm de bitti böylelikle mutlu, huzurlu..
İstanbul farklı şehir, her neresine gitsen başka bir zevk, başka bir duygu. Bundan değil midir zaten bu İstanbul aşkı? Hem yorar hem dinlendirir seni istediği zaman, istediği yerde. Sen isteyince olmaz, O'nun istemesi, keyfinin olması lazım.. Yoksa bıktırır, bezdirir günün birinde seni kabul etmek istemezse. O; duyguları olan, seven, nefret eden şehir.. O; aşkı bulduğum, en mutlu günlerimi yaşadığım şehir. O; belki de hep ondan uzaklara kaçıp gitmek istediğim şehir...

A İstanbul beyim aman sen bir han mısın
Varan yiğitleri de beyler aman yudan sen misin
Gelinleri yârsız koyan bidanem sen misin


Gidip de gelmeyen de beyler aman yari ben neyleyim
Vakitsiz açılan da beyler aman gülü ben neyleyim


A İstanbul beyim aman ıssız kalası
Taşına toprağına beyler aman güller dolası
O da bencileyin aman yârsız kalası


Gidip de gelmeyen de beyler aman yari ben neyleyim
Vakitsiz açılan da beyler aman gülü ben neyleyim

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Benim Şirin Kumaş Torbalarım..

Birgün tarhana çorbası yapıyordum. Tencereye tarhanayı döktüm karıştırdım. Ama bir baktım ki çorbamda bambaşka canlılar döne döne dans ediyor. Hep cam kavanozda sakladığım tarhanam böceklenmişti!!!! Tarhana içme hevesim içimde kaldığından buna bir çare bulmak amacıyla yeni düşüncelere yelken açtım. Neden böceklendi bu tarhana? Cam sağlıklı değil miydi? Ama anladım ki hava alması lazım bu tür tarhana, bakliyat gibi yiyeceklerin. Peki nasıl hava aldıracak, taze tutacak aynı zamanda düzenli şekilde saklayabilecektim? İşte o zaman aklıma geldi sevgili babaanneciğim..

Babaannemin o şirin minicik kileri aklıma geldi. Rengarenk kumaşlardan elleriyle diktiği, üstlerine içlerinde bulunanların adlarını işlediği bakliyat torbaları geldi aklıma. O zamanlar dikiş makinam yoktu. (ama artık harika bir makinam var,manen çok değerli, yadigar!) Annem de yanımdaydı, istanbula gelmişti taşınmama yardım etmek için. Baktık evde kumaş yok ama yere kocaman minderler koymak için minder kılıfları almıştım zamanında ve bir türlü onlara bir minder alıp kullanamamıştım. Süper annem hemen onları boy boy kesti. Elimize aldık iğne ipliği, başladık dikmeye. Evde olan kurdeleleri de bağlamada kullandık. Üstlerine de tükenmez kalemle içinde olanları yazdık :)
Evdeki bakliyat miktarı arttıkça yeni kumaş torba ihtiyacı doğdu tabi. Gittim Mahmutpaşa'ya iki metre kumaş aldım, en sevdiğim renk olan maviden. Bir de mavi kurdela. Eve geldim boy boy kestim. Makinanın başına oturdum tırrrrtttt çektim hepsinin kenarlarına dikişi. Yazdım yine üstlerine içindekileri. Mavi kurdelayla da bağladım ağızlarını. Şimdi şehriye, mercimek, fasülye, mısır unu hatta açılmış yarım makarnaları bile, ne bulursam bu torbalarda saklıyorum. Artık böcek falan da yok, içine bir tutam da tuz atıyorum hepsinin, gönül rahatlığıyla yapıyorum yemeklerimi.
İkea'dan aldığım raf sepetlerini de mutfak dolaplarına astım, onların içine koydum torbaları. Hem güzel görünüyor hem de yer kaplamıyor. Yeni fikirler arıyorsanız, bakliyatların böceklenmesinden şikayetçiyseniz mutlaka bu fikri değerlendirin. Hem kendi emeğiniz olması hem de güzel görünmesi insana mutluluk veriyor :)

Korolar Çarpışıyor, Kek ve Kahve


Bir pazartesi, bir tatil günüm daha bitti :(
Tekrar işe döndüm, gerçek hayata döndüm..
Ama çok güzel geçti pazartesi. Size tarifini verdiğim kekten yaptım kendime birkaç küçük malzeme değişikliğiyle.. İçine yarım paket hazır krema, çekirdeksiz siyah üzüm, tarçın ve vişne reçeli koydum. Beklediğimden çok çok daha güzel oldular gerçekten. O kadar yumuşak oldular ki ağızda dağılıyorlardı. Güzel kokular arasında kendime bir de aromalı filtre kahve koyup keyif yaptım. Tavsiye ediyorum mutlaka deneyin..
Kekimi keyifle yiyip, kahvemi içereken bir yandan da Show tv'de yeni başlayan bir yarışmaya takıldım: Korolar Çarpışıyor.. Televizyondaki müzik yarışmalarından gına geldiği bu dönemde gerçekten çok başarılı bir program olmuş. Bir kere ortada savaşılacak bir para ödülü olmayışı, bütün amacın her sanatçının, koronun kendi şehrine yapılacak okul için yarışıyor olması beni çok mutlu etti. İlk defa bir yarışmada jüri üyeleri birbirini paralamadı, alkışladı, takdir etti. Görmeye alışkın olmadığımız için aslında normal olan davranışlar şaşkınlık yaratıyor bizde. Kesinlikle çok eğlenceli, izlemenizi tavsiye ederim. O kadar renkli kişilikler var ki insan gülümseyerek seyrediyor.
Keklerinizi yerken yanında güzel gidiyor :)

10 Mayıs 2009 Pazar

Sen ve sevdiğin herşey...

Her zamanki gibi güneşli sıcak bir sabaha uyandım yine. Aylardan mayıs, günlerden pazar. Bekledim mis kokulu kahvaltınla yataktan kalkmayı. Ama acımasız alarm sesiyle açtığımda gözlerimi, yine gerçek olmamıştı dileğim. Ben dün gece yine çocuk olmayı, yanındaki çocuğun olmayı dilemiştim tanrıdan. Umarsız, mutlu ve hayata hep gülümseyerek bakan. Başım ağrımazdı çocukken, saçma sapan ilaçlar kullanmazdım, işe geç kaldım derdim yoktu, tek derdim sevilmekti, senin tarafından sevilmek.. Günler çok hızlı geçti anneciğim, ben büyüdüm, ayrıldım sıcaklığından.. Kimseyi tanımadığım, yollarını bilmediğim bir yerde buldum kendimi bir gün. Bilirim ki sen de çok üzüldün benim gibi, ama bunların sebebi var dedin kendi kendine, benim ilerde mutlu olmam için, çocuklarımı mutlu büyütmem için, hayatımı iyi şartlarda yaşayabilmem için. Ama bilmezdin ki hepsinin yerine yanında olmayı tercih ederdim ben. Ben istemiştim oysa başka şehir yaşamını, ben seçmiştim bu şehri ve demiştim ki yanlışsa benim yanlışım, başkalarının doğruları yerine kendi yanlışlarımı yaşarım. Asilik vardı serde, yaş 18 di, tek düşünülen çocuk olmadığın, özgür olduğundu. Ama bilmezdim ki o günleri arayacağımı, bilmezdim kendi yanlışlarımın senin canını acıttığını. Ama bildiğim bir şey varsa o zamandan beri, ne yaparsam yapayım, nerde olursam olayım, sen hep yanımda, yöremde, arkamda olacaksın. Biliyordum..
Yıllardır anneler günümüz, gönderilen bir kargo paketinden, telefondaki buruk kutlamalardan ibaret.. En çok canımı yakan da bu işte, her istediğimde yanında olmamak. Belki de beni kucağına aldığın ilk gün ki mutluluğunun gününü yanındayken kutlayamamak. Olsun, biliyorum ki uzakta da olsan, benimlesin ve en önemlisi hayattasın, nefesinin birazını da benim için alıyorsun. Kalbin biraz da benim için atıyor. Ve biliyorum ki tüm kalbinle beni seviyorsun asla benim sana duyduğum sevgimin ulaşamayacağı kadar seviyorsun..
Nice uzun yıllarda hep seninle ve hep birlikte olmak dileğiyle, canım annem..
Seni ve senin sevdiğin herşeyi çok ama çok seviyorum.
Anneler günün kutlu olsun...

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Dizi mi dediniz?

Bu aralar bu diziye takılmış durumdayım. Birileri güzel falan demişti ama pek de önemsememiştim. Önüne gelenin dizi yaptığı şu sıralarda ilgiyle izlenecek, merakla takip edilecek pek dizi de yok aslında. Ama Fringe'i izleyince daha ilk bölümden çok beğendim. Zaten J.J. Abrams ismini görüp de diziye bir şans vermemek olmazdı. Sıradışı senaryosunun yanında oyuncularıyla da gerçekten taktire layık olmuş. Lost sevenlere -ki izlemeyen kalmadı sanırım artık!- tavsiye ederim. Hem Lost kadar kafa bulandırıcı olmadığı için sorularınıza mantıklı bir açıklama bulmak da mümkün :)
iyi seyirler..
Blog Ekle

Küçük keyif kekleri

Dün Cevahir alışveriş merkezinin en alt katında bulunan Tantitoni mutfak gereçleri mağazasına şöyle bir bakmak için girdim. Ama bu kek kalıplarını görünce dayanamadım aldım :)
Boşken bu kadar güzellerse içindeki keklerin güzelliğini düşünemiyorum..
İşte size bu kalıplarla yapmayı planladığım kekin tarifi..
Aslında bu tarifin malzemeleri büyük kek kalıplarında yapılacak kekler için uygun. Ama ben malzemelerin miktarlarını yarı yarıya veriyorum. Küçük kalıplarla tadımlık, atıştırmalık kekler için.. Gersi de sizin hayal gücünüze kalmış, denemeden mükemmele ulaşılmaz, sevdiğiniz malzemeleri ekleyerek sizin için en uygun tadı yakalayabilirsiniz :)

2 adet yumurta

1/2 su bardağı toz şeker

1 çay bardağı sıvı yağ

1/2 su bardağı süt

1/2 paket vanilya

1/2paket kabartma tozu
2-2,5 su bardağı un

Bir avuç iri dövülmüş ceviz, fındık vs.

1,5 çay bardağı reçel ve ya marmelat (arzuya göre şeftali, vişne, ahududu)

Önce şeker ve yumurtaları şeker eriyene kadar çırpıyoruz. Sonra içine bütün sıvı malzemeleri (reçel hariç) ekliyoruz. Biraz daha karıştırdıktan sonra un, vanilya ve kabartma tozunu ekleyip kek hamurumuzu yapıyoruz. En son olarak reçel ve cevizleri de ekleyip margarinle yağlanmış kek kalıplarımızın yarısına kadar doldurup fırına veriyoruz. Ben malzemelerin içine ayrıca tarçın da ekliyorum, tadını, kokusunu sevenlere tavsiye ederim.

Muhteşem kek kokusu evi sarınca yanına kahvemizi de yapıp şöyle güzelce keyif yapıyoruz.. Şimdiden heyecanlandım, bir an önce pazartesi olsa, izinli olsam da evimde keklerimle keyif yapsam :))

Bu arada eğer yolunuz düşerse tantitoniye mutlaka uğrayın, çünkü bir çok ürün indirime girmiş. Hatta internet adresinden inceleyin, fiyatları karşılaştırın..

İşte adresi: http://www.tantitoni.com.tr/tr/general/

Keyifli haftasonları..



8 Mayıs 2009 Cuma

Wikipedia, dünya basınını kandırdı!

Aşağıda linkini verdiğim haberde okuduklarıma pek inanasım gelmedi. Ve anladım ki sadece bizim basınımız değil dünyanın önde gelen tarafsız, güvenilir basın yayın organları bile haber yapma pahasına araştırmadan, doğruluğu kanıtlanmadan bir haberi sayfalarında yayınlayabiliyorlar.
İnternet gerçekten hayatımızın bir parçası ama biraz da tembelliğe alıştığımızı kabul etmek gerek. Çocukluğumuzda bize verilen okul ödevlerini kendi ağırlığımızdaki ansiklopedi yığınları içinde kaybolarak araştırıp, yazıp, öğrenirdik.. Şimdi araştırma google'dan, yazma copy paste'den, öğrenme ise web sayfalarından ibaret oldu.. Yanlış anlaşılmasın, tabiki internetten alınan bilgilerin güncelliği, sınırsızlığı tartışılmaz ama yine de içimde birazcık da olsa bi geleneksellik taşıyorum :))
Bundan sonrası için de sizi bu şaşırtıcı haberle başbaşa bırakıyorum..


http://www.haberx.com/Teknoloji-Haberleri/Mayis-2009/Wikipedia-dunya-basinini-kandirdi.aspx


7 Mayıs 2009 Perşembe

Ahırkapı Hıdırellez Şenlikleri 2009

5 mayıs 2009 salı günü Ahırkapı Parkı / Çatladıkapıdaki Hıdırellez şenliklerinde bu sene ben de vardım. Yıllardır gitmek isteyip de gidemediğim, bu seneye kısmet olan etkinlikte belki de ilk defa hıdırellezi bu kadar eğlenerek kutladım. Etkinlik alanı rahatsız etmeyen bir kalabalığa sahipti. Yemek ve içecek stantlarının kurulumu başarılıydı. Fakat şikayet edecek tek konu varsa o da bitmek tükenmek bilmeyen yemek ve içecek fişi sıralarıydı. Fiş almak için sıra beklemek yerine stantlardan parayla alınsa daha az hezimet olurdu sanki.. ama o da biraz işin cilvesi diyelim, moralimizi bozmayalım :)

Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencileri yaptıkları çalışmalarla etkinlik alanına ayrı bir hava katmışlardı. Çok yaratıcı eserler çıkarmışlar ortaya. Ben çekebildiğim resimleri sizinle paylaşıyorum ama bunlar sadece bazıları.

Yukardaki dilek havuzu o kadar güzel olmuşki, kimileri dileklerini ağaca, dala asmak yerine havuzun içine atmışlardı. İçindeki kağıt topluluğuna bakınca gerçekten bir dilek havuzu oluvermişti :)


Cadı Kazanı platformunun arkasında saatlerce süren bir fotoğraf kuyruğu vardı. Gecenin son saatlerinde boş anını yakalayıp sonunda bir fotoğrafta ben çekebildim.

Ahırkapı Park alanında grup grup insan toplulukları her köşede ayrı bir çalgıcı takımını ortalarına alıp delice dans ediyorlardı. Romanlar her türlü aleti konuştururcasına çalıp bizlere unutulmaz bir gece yaşattılar. Durmak bilmeden delice oynayıp göbek attık :) Zaten orda olup da kendini müziğe kaptımamak, oynamamak mümkün değil.

Kıyafetleri, tarzları, davranışları ve yüzlerindeki gülümsemeyle Romanlar kültürlerini, eğlence anlayışlarını o gece bizimle paylaştılar. Şapkalarına, çaldıkları müzik aletlerine, yakalarına taktıkları güllerse belki de gecenin en önemli detayıydı. Alanda kurulan büyük sahnede bir çok grup konser havası yaşattılar. Bu gruplardan bazıları şunlardı:
-Rakı Balkan DJ Set
- Kolektif İstanbul
- Koçani Orkestar
- Lüleburgazlı Küçük Hasan ve Tamer Kum
- Ege Hicaz
- Mısırlı Ahmet Ritim Atölyesi
- FasaFisa Dansçıları
- Buzuki Orhan

Parktaki bütün ağaçlara asılı dilekler bambaşka bir hava yaratmıştı. Her yer rengarenk, kurdeleler, kumaşlar, kağıtlarla kaplı dallarla doluydu. Ben de gözüme bu küçük ağacı kestirdim. Hayata tutunmak için uzattığı kollarından birine de ben dileklerimi yazıp astım.


İşte bunlar da benim dileklerim. Yanımda getirdiğim kırmızı beyaz kurdelelerimle bağlayıp astım dileklerimi. Bağlarken de içimden mutluluk diledim :)
İşte bir hıdırellez böyle geçti benim için, mutlu, eğlenceli ve bol dilekli..
Şimdi dilek ağacına bakıp bir dilek de siz tutun, belli mi olur gerçek oluverir :)
Dileklerinizin gerçek olması dileğiyle...

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Bunu Yazan Artık Tosun Olmayacak!!

Aslında blog açmak benim fikrimdi. Gezmeyi, yemeyi ve genel olarak eğlenmeyi bu kadar seven bi çiftin insanlarla da paylaşacağı çok şey olabilir diye düşünmüştüm. Her konuda olduğu gibi bu konuda da vakit problemi, aslında vakit değil de öncelik verme poblemim yüzünden Burcu daha hızlı davrandı ve blogumuzu açtı. Herkese merhaba, umarım paylaştığımız şeyleri seversiniz.

Yemeyi bu kadar seven bir çift olarak aslında ikimizde beraber olduğumuz süreçte kilo aldık. Burcu'nun güzel yemeklerine mi suç atsam yoksa köfte yemeye Beşiktaş'tan Kemerburgaz'a gidecek kadar hayatımı yönlendiren iştahıma mı bilmiyorum. Tabii ben yemeyelim artık dediğimde Burcu'nun gece 3 de Marmaris Büfe'ye bizi sürüklemesi veya onun artık yemeyelim dediğinde benim pizzaları hüpletmem kısacası ne sebeple olursa olsun iştahlı ve yeme konusunda sınır tanımayan bir çift olmamız bu süreçte yani kilo alma sürecimde çok etkili oldu. Resimlerde yüzümün olmaması, şişman halimi sokakta görürseniz 'aaaa bu blogtaki filinta gibi çocuğun son hali değil mi?' gibisinden cümlelerle karşılaşmamak :) Aslında siyah bant çekecektim ama böylesi daha hoş oldu :)


Ben küçükken yani 15-16 yaşındayken çok da kilolu biri değildim. Yukarda bir okul şenliğinde dans ederken beni görebilirsiniz. Hatta o kadar geriye gitmeye bile gerek yok askerdeki resmimde de durum çok farklı değil.Topu topu 4-5 sene önceye kadar 30 kilo daha zayıftım. Kilom hep 70-80 aralığındaydı taaki dizimden ameliyat olana kadar; bu ameliyat aynı zamanda Burcu'nun da değindiği mesleki şişmanlık yani otura otura karpuz misali büyüme ile desteklenince durum resimlerde de gördüğünüz gibi gün geçtikçe kötüye gitti. Son iki resimde de görüldüğü gibi şişmanlığımın bir sebebini de elimde tutmaktayım :)

Ama artık dur deme zamanım geldi. Şu anda kilom utanarak söylüyorum 110 ve bir süre benden blogun kuruluş amaçlarından olan şurda şunu yedik harikaydı muhabetti duyamayacaksınız. Varsa yoksa diyet... Artık sabahları kepekli sandwich, öğlenleri işyerinde çıkan yemek (ekmeksiz ve tatlısız olarak) yiyen biri olmaya çalışacağım. Akşam ise daha da acımasız ya hiç yemiyeceğim yada meyve en fazla kepekli tost.Tabii ki bol bol spor, salı günleri basketbol ve ev arkadaşım Selçuk'u tenis de yenme içerikli faliyetler, belki biraz da fitness(hiç sevmiyorum ama ne yapalım yerken düşünecektim). Alkole de dur demeyi başardım mı ki bence en zoru o, bakın nasıl veriyorum kiloları hızlıca.

Neyse çok uzattım, ilk yazıdan geveze olduğum belli olmasın, sizleri her ne yazarsam yazayım kilomdan da haberdar edeceğim. Şimdilik bu kadar, tekrar hoşgeldiniz , umarım blogumuzu beğenirsiniz. Kendinize iyi bakın, görüşmek üzere...

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Artık bir Sığınağımız var..


Bu hafta sonu hem 1 Mayısta istanbul'da olmamak, hem de uzun zamandır özlemini çektiğimiz huzura kavuşmak amacıyla bir yerlere kaçmaya karar verdik. Burdan Burçak ve Ahmet ikilisine bizi böyle Güzel bir mekanla tanıştırdıkları için teşekkürü bir borç bilirim :)
Eveeettt nereye gittik??
Edirne'nin Keşan ilçesine bağlı, Mecidiye köyünde bulunan Sığınak butik otel bizim için gerçekten bir sığınak oldu. Dört bir taraf yeşil ormanlar, biraz ileride masmavi, tertemiz -ki istanbul yakınlarında böyle deniz bulmak çok zor- bir deniz, ama herşeyden önemlisi sizi evlerinde gibi misafir eden Yeşim Abla ve Bülent Abi.. Bir gün düşünüp karar verip, İstanbuldan kalkıp gelmişler buraya. Otel kurmak değilmiş amaçları, çok misafir ağırlayabilecek kocaman bir evmiş. Ve yapmışlar da..

Odaları o kadar şirin, o kadar sade ki insan gerçekten kendi odasındaki rahatlığı bulabiliyor kolayca. Ve en çok dikkat ettiğim, ince düşünülmüş küçük ayrıntılar. Kaldığım yerde beni en çok mutlu eden bunlar, ne lükslüğü ne konforu.. Sadece incelikler ve tabi ki temizlik. Sığınakta her ikisi de mükemmeldi. Yeşim abla zamanında denizden kendi topladığı kestaneler, deniz kabuklarıyla süslemiş odaları. Her türlü ihtiyaç karşılanmış odalarda.





Daha sezon açılmamasına rağmen, bizden başkaları da vardı kaçamak yapan. Ama onlar bizden daha önce de gelmişler ve çoktan katılmışlar sığınak ailesine ve 8 kişi olan bizleri de aldılar aralarına, harika bir gece yaşattılar.. Eğlendik, güldük, stres attık ve herşeyden önemlisi huzur bulduk hepimiz orda.
Ben fotoğraf makinamın azizliğine uğrayarak sadece dışarıyı çekebildim, onları da sizinle paylaşıyorum ama nasılsa daha çok gideceğimiz için bol bol fotoğraf çekmek için zaman var :)




İşte bu resimdeki de sevgili Sarı..
Gördüğüm en akıllı köpeklerden biri ve öyle sevimli ki.. Zaten sığınağa girer girmez sizi önce Sarı karşılıyor. Ona bile o kadar alışıyorsunuz ki, o da yaşadığınız evinizin köpeği oluyor sanki.. Bülent Abi ve Yeşim Abla gerçekten çok iyi doğa ve hayvan dostları. Sarı'ya arkadaşlık eden 22 adlı kediyi de söylemeden geçemicem.. Kedicik Edirne'den geldiği için adını 22 koymuşlar :)
Size tavsiyem en yakın kaçamağınızda Sığınakla, verdiği huzur ve mutlulukla tanışmanız.
Giderseniz bizden de selam söylemeyi unutmayın :)





24 Nisan 2009 Cuma

mesleki şişmanlık

hep karar verip başladığım, ama tatlı aşkıma yenik düşüp devamını getiremediğim diyetlerden şikayetçiyim.. bu konuyla ilgilenenlere duyurulur. artık canımın istediğini yediğim halde kilo almamak istiyorum. şu manken camiasına da çok acıyorum doğrusu. yaşamanın en büyük zevlerinden biri yemek yemek bana göre, ve zavallıcıklar güzellik uğruna nelerden mahrum bırakıyorlar kendilerini. allahtan veterinerler şişman olmaz diye bir kural yok, aksine ne kadar güçlü kuvvetli olursanız hasta olarak gelen 60 kiloluk kangala hakim olma kapasiteniz de o kadar artmakta.. yaşasın yemek yemek..

23 Nisan 2009 Perşembe

kirpi ile tilki

Yunanlı şair Arachilos'un dörtlükleri arasında şöyle bir dize yer alır: 'Tilki pek çok şey bilir, ancak kirpi önemli, tek şey bilir.' Tilki ile kirpi arasındaki savaşta, tilki ne kadar zeki ve kurnaz olursa olsun galip hep kirpidir... Peki kirpi kadın mıdır, erkek midir?