28 Mayıs 2009 Perşembe

4 Gün Diyeti


Bir süredir hiçbirşey yazmadığımın farkına vardım. Sebep; son 9 gündür yaptığımız diyet :)
Coşkun ve ben fazla kilolarımızdan şikayet etsekte hiç yemek yeme keyfimizden vazgeçmedik. Ta ki ben artık dur deyip bu kitabı okuyana kadar. İki günde kitabı okumayı bitirip, gerekli alış verişi yapıp, başladık diyetimize. Bu gün itibarı ile ben 3, coşkun 5 kilo vermiş bulunmaktayız. Hem de gayet düzenli ve sağlıklı beslenerek. Ama daha önümüzde koca bir 19 gün var. Toplamda 28 gün yapılan diyet sonunda istediğimiz kilolara kavuşmayı umuyoruz.
İstediğimiz kiloya kavuşunca ki ödülümüz mü? Tabi ki güzel ve sevdiğimiz bir yerde yemek yemek :)
Coşkuncuğum sana sesleniyorum: Yoğun olduğun için yazmıyosun ama biliyorum yazdıklarımı okumaktan da geri kalmıyorsun :) Diyet sonunda bi Lacivert'e götürürsün artık sanki.. Ama ben bilmiyor olayım da sürpriz olsun :))

21 Mayıs 2009 Perşembe

A İstanbul Beyim Aman...


Tarih 19 Mayıs, günlerden salı. Belki de uzun zamandır ilk defa herkesin tatil olduğu gün ben de çalışmıyorum. Uzun zamandır hasret olduğum sabah uykusunu biraz abartıp uyandıktan sonra, Egemen ve Özlem'in mükellef kahvaltı sofrasında rejim başlangıcının son günü diyerekten yemek olayını da biraz abarttık sanırım :) Sonra çıktık evden, vurduk kendimizi sahil yoluna, nereye gittiğimizi bilmeden. Egemen sağolsun, Sarıyer Öğretmen Evine gittik. Muhteşem manzara eşliğinde, çok uygun fiyatlarla harika yemekler yedik.

Deniz, yemek, tatil, huzur, daha ne isterim :)
Dışarda bir rüzgar, içimde hafif bir ürperti, balkona çıktım şöyle bir baktım deniz boyunca. Sonra bir kez daha teşekkür ettim yukarılara bakıp sahip olduklarım için, sevdiklerimle olduğum için. Biraz da hayal kurdum kendimce, şimdilik çalışmak için bir amacım olsun diye..
Gün gelir bu yazdıklarımı okuyup, işte o günlerde şimdiki hayatımın hayalini kuruyordum diyebilmek için..





Denize doyamadık, kendimizi Rumeli Kavağında bulduk.. Sarıyer'i geçtikten sonra öyle güzel bir yol gidiyor ki kavağa, sanki İstanbul'dan kilometrelerce uzakta bir sahil kasabasında gibi hissediyor insan kendini. Bulutlar üstümüzde, rüzgar iyiden iyiye kendini hissettirirken, üşüsekte deniz kenarında oturup keyif yaptık bir güzel. O gün keyfimizi bozmaya kimsenin gücü yetemezdi, yetmedi de.. Rastgele oturduğumuz restoran gelen hesapla bizi kızdırmasaydı daha iyi olacaktı ama o kadar keyifliydik ki onu bile dert edemedik.


İşte bir tatil günüm de bitti böylelikle mutlu, huzurlu..
İstanbul farklı şehir, her neresine gitsen başka bir zevk, başka bir duygu. Bundan değil midir zaten bu İstanbul aşkı? Hem yorar hem dinlendirir seni istediği zaman, istediği yerde. Sen isteyince olmaz, O'nun istemesi, keyfinin olması lazım.. Yoksa bıktırır, bezdirir günün birinde seni kabul etmek istemezse. O; duyguları olan, seven, nefret eden şehir.. O; aşkı bulduğum, en mutlu günlerimi yaşadığım şehir. O; belki de hep ondan uzaklara kaçıp gitmek istediğim şehir...

A İstanbul beyim aman sen bir han mısın
Varan yiğitleri de beyler aman yudan sen misin
Gelinleri yârsız koyan bidanem sen misin


Gidip de gelmeyen de beyler aman yari ben neyleyim
Vakitsiz açılan da beyler aman gülü ben neyleyim


A İstanbul beyim aman ıssız kalası
Taşına toprağına beyler aman güller dolası
O da bencileyin aman yârsız kalası


Gidip de gelmeyen de beyler aman yari ben neyleyim
Vakitsiz açılan da beyler aman gülü ben neyleyim

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Benim Şirin Kumaş Torbalarım..

Birgün tarhana çorbası yapıyordum. Tencereye tarhanayı döktüm karıştırdım. Ama bir baktım ki çorbamda bambaşka canlılar döne döne dans ediyor. Hep cam kavanozda sakladığım tarhanam böceklenmişti!!!! Tarhana içme hevesim içimde kaldığından buna bir çare bulmak amacıyla yeni düşüncelere yelken açtım. Neden böceklendi bu tarhana? Cam sağlıklı değil miydi? Ama anladım ki hava alması lazım bu tür tarhana, bakliyat gibi yiyeceklerin. Peki nasıl hava aldıracak, taze tutacak aynı zamanda düzenli şekilde saklayabilecektim? İşte o zaman aklıma geldi sevgili babaanneciğim..

Babaannemin o şirin minicik kileri aklıma geldi. Rengarenk kumaşlardan elleriyle diktiği, üstlerine içlerinde bulunanların adlarını işlediği bakliyat torbaları geldi aklıma. O zamanlar dikiş makinam yoktu. (ama artık harika bir makinam var,manen çok değerli, yadigar!) Annem de yanımdaydı, istanbula gelmişti taşınmama yardım etmek için. Baktık evde kumaş yok ama yere kocaman minderler koymak için minder kılıfları almıştım zamanında ve bir türlü onlara bir minder alıp kullanamamıştım. Süper annem hemen onları boy boy kesti. Elimize aldık iğne ipliği, başladık dikmeye. Evde olan kurdeleleri de bağlamada kullandık. Üstlerine de tükenmez kalemle içinde olanları yazdık :)
Evdeki bakliyat miktarı arttıkça yeni kumaş torba ihtiyacı doğdu tabi. Gittim Mahmutpaşa'ya iki metre kumaş aldım, en sevdiğim renk olan maviden. Bir de mavi kurdela. Eve geldim boy boy kestim. Makinanın başına oturdum tırrrrtttt çektim hepsinin kenarlarına dikişi. Yazdım yine üstlerine içindekileri. Mavi kurdelayla da bağladım ağızlarını. Şimdi şehriye, mercimek, fasülye, mısır unu hatta açılmış yarım makarnaları bile, ne bulursam bu torbalarda saklıyorum. Artık böcek falan da yok, içine bir tutam da tuz atıyorum hepsinin, gönül rahatlığıyla yapıyorum yemeklerimi.
İkea'dan aldığım raf sepetlerini de mutfak dolaplarına astım, onların içine koydum torbaları. Hem güzel görünüyor hem de yer kaplamıyor. Yeni fikirler arıyorsanız, bakliyatların böceklenmesinden şikayetçiyseniz mutlaka bu fikri değerlendirin. Hem kendi emeğiniz olması hem de güzel görünmesi insana mutluluk veriyor :)

Korolar Çarpışıyor, Kek ve Kahve


Bir pazartesi, bir tatil günüm daha bitti :(
Tekrar işe döndüm, gerçek hayata döndüm..
Ama çok güzel geçti pazartesi. Size tarifini verdiğim kekten yaptım kendime birkaç küçük malzeme değişikliğiyle.. İçine yarım paket hazır krema, çekirdeksiz siyah üzüm, tarçın ve vişne reçeli koydum. Beklediğimden çok çok daha güzel oldular gerçekten. O kadar yumuşak oldular ki ağızda dağılıyorlardı. Güzel kokular arasında kendime bir de aromalı filtre kahve koyup keyif yaptım. Tavsiye ediyorum mutlaka deneyin..
Kekimi keyifle yiyip, kahvemi içereken bir yandan da Show tv'de yeni başlayan bir yarışmaya takıldım: Korolar Çarpışıyor.. Televizyondaki müzik yarışmalarından gına geldiği bu dönemde gerçekten çok başarılı bir program olmuş. Bir kere ortada savaşılacak bir para ödülü olmayışı, bütün amacın her sanatçının, koronun kendi şehrine yapılacak okul için yarışıyor olması beni çok mutlu etti. İlk defa bir yarışmada jüri üyeleri birbirini paralamadı, alkışladı, takdir etti. Görmeye alışkın olmadığımız için aslında normal olan davranışlar şaşkınlık yaratıyor bizde. Kesinlikle çok eğlenceli, izlemenizi tavsiye ederim. O kadar renkli kişilikler var ki insan gülümseyerek seyrediyor.
Keklerinizi yerken yanında güzel gidiyor :)

10 Mayıs 2009 Pazar

Sen ve sevdiğin herşey...

Her zamanki gibi güneşli sıcak bir sabaha uyandım yine. Aylardan mayıs, günlerden pazar. Bekledim mis kokulu kahvaltınla yataktan kalkmayı. Ama acımasız alarm sesiyle açtığımda gözlerimi, yine gerçek olmamıştı dileğim. Ben dün gece yine çocuk olmayı, yanındaki çocuğun olmayı dilemiştim tanrıdan. Umarsız, mutlu ve hayata hep gülümseyerek bakan. Başım ağrımazdı çocukken, saçma sapan ilaçlar kullanmazdım, işe geç kaldım derdim yoktu, tek derdim sevilmekti, senin tarafından sevilmek.. Günler çok hızlı geçti anneciğim, ben büyüdüm, ayrıldım sıcaklığından.. Kimseyi tanımadığım, yollarını bilmediğim bir yerde buldum kendimi bir gün. Bilirim ki sen de çok üzüldün benim gibi, ama bunların sebebi var dedin kendi kendine, benim ilerde mutlu olmam için, çocuklarımı mutlu büyütmem için, hayatımı iyi şartlarda yaşayabilmem için. Ama bilmezdin ki hepsinin yerine yanında olmayı tercih ederdim ben. Ben istemiştim oysa başka şehir yaşamını, ben seçmiştim bu şehri ve demiştim ki yanlışsa benim yanlışım, başkalarının doğruları yerine kendi yanlışlarımı yaşarım. Asilik vardı serde, yaş 18 di, tek düşünülen çocuk olmadığın, özgür olduğundu. Ama bilmezdim ki o günleri arayacağımı, bilmezdim kendi yanlışlarımın senin canını acıttığını. Ama bildiğim bir şey varsa o zamandan beri, ne yaparsam yapayım, nerde olursam olayım, sen hep yanımda, yöremde, arkamda olacaksın. Biliyordum..
Yıllardır anneler günümüz, gönderilen bir kargo paketinden, telefondaki buruk kutlamalardan ibaret.. En çok canımı yakan da bu işte, her istediğimde yanında olmamak. Belki de beni kucağına aldığın ilk gün ki mutluluğunun gününü yanındayken kutlayamamak. Olsun, biliyorum ki uzakta da olsan, benimlesin ve en önemlisi hayattasın, nefesinin birazını da benim için alıyorsun. Kalbin biraz da benim için atıyor. Ve biliyorum ki tüm kalbinle beni seviyorsun asla benim sana duyduğum sevgimin ulaşamayacağı kadar seviyorsun..
Nice uzun yıllarda hep seninle ve hep birlikte olmak dileğiyle, canım annem..
Seni ve senin sevdiğin herşeyi çok ama çok seviyorum.
Anneler günün kutlu olsun...

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Dizi mi dediniz?

Bu aralar bu diziye takılmış durumdayım. Birileri güzel falan demişti ama pek de önemsememiştim. Önüne gelenin dizi yaptığı şu sıralarda ilgiyle izlenecek, merakla takip edilecek pek dizi de yok aslında. Ama Fringe'i izleyince daha ilk bölümden çok beğendim. Zaten J.J. Abrams ismini görüp de diziye bir şans vermemek olmazdı. Sıradışı senaryosunun yanında oyuncularıyla da gerçekten taktire layık olmuş. Lost sevenlere -ki izlemeyen kalmadı sanırım artık!- tavsiye ederim. Hem Lost kadar kafa bulandırıcı olmadığı için sorularınıza mantıklı bir açıklama bulmak da mümkün :)
iyi seyirler..
Blog Ekle

Küçük keyif kekleri

Dün Cevahir alışveriş merkezinin en alt katında bulunan Tantitoni mutfak gereçleri mağazasına şöyle bir bakmak için girdim. Ama bu kek kalıplarını görünce dayanamadım aldım :)
Boşken bu kadar güzellerse içindeki keklerin güzelliğini düşünemiyorum..
İşte size bu kalıplarla yapmayı planladığım kekin tarifi..
Aslında bu tarifin malzemeleri büyük kek kalıplarında yapılacak kekler için uygun. Ama ben malzemelerin miktarlarını yarı yarıya veriyorum. Küçük kalıplarla tadımlık, atıştırmalık kekler için.. Gersi de sizin hayal gücünüze kalmış, denemeden mükemmele ulaşılmaz, sevdiğiniz malzemeleri ekleyerek sizin için en uygun tadı yakalayabilirsiniz :)

2 adet yumurta

1/2 su bardağı toz şeker

1 çay bardağı sıvı yağ

1/2 su bardağı süt

1/2 paket vanilya

1/2paket kabartma tozu
2-2,5 su bardağı un

Bir avuç iri dövülmüş ceviz, fındık vs.

1,5 çay bardağı reçel ve ya marmelat (arzuya göre şeftali, vişne, ahududu)

Önce şeker ve yumurtaları şeker eriyene kadar çırpıyoruz. Sonra içine bütün sıvı malzemeleri (reçel hariç) ekliyoruz. Biraz daha karıştırdıktan sonra un, vanilya ve kabartma tozunu ekleyip kek hamurumuzu yapıyoruz. En son olarak reçel ve cevizleri de ekleyip margarinle yağlanmış kek kalıplarımızın yarısına kadar doldurup fırına veriyoruz. Ben malzemelerin içine ayrıca tarçın da ekliyorum, tadını, kokusunu sevenlere tavsiye ederim.

Muhteşem kek kokusu evi sarınca yanına kahvemizi de yapıp şöyle güzelce keyif yapıyoruz.. Şimdiden heyecanlandım, bir an önce pazartesi olsa, izinli olsam da evimde keklerimle keyif yapsam :))

Bu arada eğer yolunuz düşerse tantitoniye mutlaka uğrayın, çünkü bir çok ürün indirime girmiş. Hatta internet adresinden inceleyin, fiyatları karşılaştırın..

İşte adresi: http://www.tantitoni.com.tr/tr/general/

Keyifli haftasonları..



8 Mayıs 2009 Cuma

Wikipedia, dünya basınını kandırdı!

Aşağıda linkini verdiğim haberde okuduklarıma pek inanasım gelmedi. Ve anladım ki sadece bizim basınımız değil dünyanın önde gelen tarafsız, güvenilir basın yayın organları bile haber yapma pahasına araştırmadan, doğruluğu kanıtlanmadan bir haberi sayfalarında yayınlayabiliyorlar.
İnternet gerçekten hayatımızın bir parçası ama biraz da tembelliğe alıştığımızı kabul etmek gerek. Çocukluğumuzda bize verilen okul ödevlerini kendi ağırlığımızdaki ansiklopedi yığınları içinde kaybolarak araştırıp, yazıp, öğrenirdik.. Şimdi araştırma google'dan, yazma copy paste'den, öğrenme ise web sayfalarından ibaret oldu.. Yanlış anlaşılmasın, tabiki internetten alınan bilgilerin güncelliği, sınırsızlığı tartışılmaz ama yine de içimde birazcık da olsa bi geleneksellik taşıyorum :))
Bundan sonrası için de sizi bu şaşırtıcı haberle başbaşa bırakıyorum..


http://www.haberx.com/Teknoloji-Haberleri/Mayis-2009/Wikipedia-dunya-basinini-kandirdi.aspx


7 Mayıs 2009 Perşembe

Ahırkapı Hıdırellez Şenlikleri 2009

5 mayıs 2009 salı günü Ahırkapı Parkı / Çatladıkapıdaki Hıdırellez şenliklerinde bu sene ben de vardım. Yıllardır gitmek isteyip de gidemediğim, bu seneye kısmet olan etkinlikte belki de ilk defa hıdırellezi bu kadar eğlenerek kutladım. Etkinlik alanı rahatsız etmeyen bir kalabalığa sahipti. Yemek ve içecek stantlarının kurulumu başarılıydı. Fakat şikayet edecek tek konu varsa o da bitmek tükenmek bilmeyen yemek ve içecek fişi sıralarıydı. Fiş almak için sıra beklemek yerine stantlardan parayla alınsa daha az hezimet olurdu sanki.. ama o da biraz işin cilvesi diyelim, moralimizi bozmayalım :)

Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencileri yaptıkları çalışmalarla etkinlik alanına ayrı bir hava katmışlardı. Çok yaratıcı eserler çıkarmışlar ortaya. Ben çekebildiğim resimleri sizinle paylaşıyorum ama bunlar sadece bazıları.

Yukardaki dilek havuzu o kadar güzel olmuşki, kimileri dileklerini ağaca, dala asmak yerine havuzun içine atmışlardı. İçindeki kağıt topluluğuna bakınca gerçekten bir dilek havuzu oluvermişti :)


Cadı Kazanı platformunun arkasında saatlerce süren bir fotoğraf kuyruğu vardı. Gecenin son saatlerinde boş anını yakalayıp sonunda bir fotoğrafta ben çekebildim.

Ahırkapı Park alanında grup grup insan toplulukları her köşede ayrı bir çalgıcı takımını ortalarına alıp delice dans ediyorlardı. Romanlar her türlü aleti konuştururcasına çalıp bizlere unutulmaz bir gece yaşattılar. Durmak bilmeden delice oynayıp göbek attık :) Zaten orda olup da kendini müziğe kaptımamak, oynamamak mümkün değil.

Kıyafetleri, tarzları, davranışları ve yüzlerindeki gülümsemeyle Romanlar kültürlerini, eğlence anlayışlarını o gece bizimle paylaştılar. Şapkalarına, çaldıkları müzik aletlerine, yakalarına taktıkları güllerse belki de gecenin en önemli detayıydı. Alanda kurulan büyük sahnede bir çok grup konser havası yaşattılar. Bu gruplardan bazıları şunlardı:
-Rakı Balkan DJ Set
- Kolektif İstanbul
- Koçani Orkestar
- Lüleburgazlı Küçük Hasan ve Tamer Kum
- Ege Hicaz
- Mısırlı Ahmet Ritim Atölyesi
- FasaFisa Dansçıları
- Buzuki Orhan

Parktaki bütün ağaçlara asılı dilekler bambaşka bir hava yaratmıştı. Her yer rengarenk, kurdeleler, kumaşlar, kağıtlarla kaplı dallarla doluydu. Ben de gözüme bu küçük ağacı kestirdim. Hayata tutunmak için uzattığı kollarından birine de ben dileklerimi yazıp astım.


İşte bunlar da benim dileklerim. Yanımda getirdiğim kırmızı beyaz kurdelelerimle bağlayıp astım dileklerimi. Bağlarken de içimden mutluluk diledim :)
İşte bir hıdırellez böyle geçti benim için, mutlu, eğlenceli ve bol dilekli..
Şimdi dilek ağacına bakıp bir dilek de siz tutun, belli mi olur gerçek oluverir :)
Dileklerinizin gerçek olması dileğiyle...

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Bunu Yazan Artık Tosun Olmayacak!!

Aslında blog açmak benim fikrimdi. Gezmeyi, yemeyi ve genel olarak eğlenmeyi bu kadar seven bi çiftin insanlarla da paylaşacağı çok şey olabilir diye düşünmüştüm. Her konuda olduğu gibi bu konuda da vakit problemi, aslında vakit değil de öncelik verme poblemim yüzünden Burcu daha hızlı davrandı ve blogumuzu açtı. Herkese merhaba, umarım paylaştığımız şeyleri seversiniz.

Yemeyi bu kadar seven bir çift olarak aslında ikimizde beraber olduğumuz süreçte kilo aldık. Burcu'nun güzel yemeklerine mi suç atsam yoksa köfte yemeye Beşiktaş'tan Kemerburgaz'a gidecek kadar hayatımı yönlendiren iştahıma mı bilmiyorum. Tabii ben yemeyelim artık dediğimde Burcu'nun gece 3 de Marmaris Büfe'ye bizi sürüklemesi veya onun artık yemeyelim dediğinde benim pizzaları hüpletmem kısacası ne sebeple olursa olsun iştahlı ve yeme konusunda sınır tanımayan bir çift olmamız bu süreçte yani kilo alma sürecimde çok etkili oldu. Resimlerde yüzümün olmaması, şişman halimi sokakta görürseniz 'aaaa bu blogtaki filinta gibi çocuğun son hali değil mi?' gibisinden cümlelerle karşılaşmamak :) Aslında siyah bant çekecektim ama böylesi daha hoş oldu :)


Ben küçükken yani 15-16 yaşındayken çok da kilolu biri değildim. Yukarda bir okul şenliğinde dans ederken beni görebilirsiniz. Hatta o kadar geriye gitmeye bile gerek yok askerdeki resmimde de durum çok farklı değil.Topu topu 4-5 sene önceye kadar 30 kilo daha zayıftım. Kilom hep 70-80 aralığındaydı taaki dizimden ameliyat olana kadar; bu ameliyat aynı zamanda Burcu'nun da değindiği mesleki şişmanlık yani otura otura karpuz misali büyüme ile desteklenince durum resimlerde de gördüğünüz gibi gün geçtikçe kötüye gitti. Son iki resimde de görüldüğü gibi şişmanlığımın bir sebebini de elimde tutmaktayım :)

Ama artık dur deme zamanım geldi. Şu anda kilom utanarak söylüyorum 110 ve bir süre benden blogun kuruluş amaçlarından olan şurda şunu yedik harikaydı muhabetti duyamayacaksınız. Varsa yoksa diyet... Artık sabahları kepekli sandwich, öğlenleri işyerinde çıkan yemek (ekmeksiz ve tatlısız olarak) yiyen biri olmaya çalışacağım. Akşam ise daha da acımasız ya hiç yemiyeceğim yada meyve en fazla kepekli tost.Tabii ki bol bol spor, salı günleri basketbol ve ev arkadaşım Selçuk'u tenis de yenme içerikli faliyetler, belki biraz da fitness(hiç sevmiyorum ama ne yapalım yerken düşünecektim). Alkole de dur demeyi başardım mı ki bence en zoru o, bakın nasıl veriyorum kiloları hızlıca.

Neyse çok uzattım, ilk yazıdan geveze olduğum belli olmasın, sizleri her ne yazarsam yazayım kilomdan da haberdar edeceğim. Şimdilik bu kadar, tekrar hoşgeldiniz , umarım blogumuzu beğenirsiniz. Kendinize iyi bakın, görüşmek üzere...

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Artık bir Sığınağımız var..


Bu hafta sonu hem 1 Mayısta istanbul'da olmamak, hem de uzun zamandır özlemini çektiğimiz huzura kavuşmak amacıyla bir yerlere kaçmaya karar verdik. Burdan Burçak ve Ahmet ikilisine bizi böyle Güzel bir mekanla tanıştırdıkları için teşekkürü bir borç bilirim :)
Eveeettt nereye gittik??
Edirne'nin Keşan ilçesine bağlı, Mecidiye köyünde bulunan Sığınak butik otel bizim için gerçekten bir sığınak oldu. Dört bir taraf yeşil ormanlar, biraz ileride masmavi, tertemiz -ki istanbul yakınlarında böyle deniz bulmak çok zor- bir deniz, ama herşeyden önemlisi sizi evlerinde gibi misafir eden Yeşim Abla ve Bülent Abi.. Bir gün düşünüp karar verip, İstanbuldan kalkıp gelmişler buraya. Otel kurmak değilmiş amaçları, çok misafir ağırlayabilecek kocaman bir evmiş. Ve yapmışlar da..

Odaları o kadar şirin, o kadar sade ki insan gerçekten kendi odasındaki rahatlığı bulabiliyor kolayca. Ve en çok dikkat ettiğim, ince düşünülmüş küçük ayrıntılar. Kaldığım yerde beni en çok mutlu eden bunlar, ne lükslüğü ne konforu.. Sadece incelikler ve tabi ki temizlik. Sığınakta her ikisi de mükemmeldi. Yeşim abla zamanında denizden kendi topladığı kestaneler, deniz kabuklarıyla süslemiş odaları. Her türlü ihtiyaç karşılanmış odalarda.





Daha sezon açılmamasına rağmen, bizden başkaları da vardı kaçamak yapan. Ama onlar bizden daha önce de gelmişler ve çoktan katılmışlar sığınak ailesine ve 8 kişi olan bizleri de aldılar aralarına, harika bir gece yaşattılar.. Eğlendik, güldük, stres attık ve herşeyden önemlisi huzur bulduk hepimiz orda.
Ben fotoğraf makinamın azizliğine uğrayarak sadece dışarıyı çekebildim, onları da sizinle paylaşıyorum ama nasılsa daha çok gideceğimiz için bol bol fotoğraf çekmek için zaman var :)




İşte bu resimdeki de sevgili Sarı..
Gördüğüm en akıllı köpeklerden biri ve öyle sevimli ki.. Zaten sığınağa girer girmez sizi önce Sarı karşılıyor. Ona bile o kadar alışıyorsunuz ki, o da yaşadığınız evinizin köpeği oluyor sanki.. Bülent Abi ve Yeşim Abla gerçekten çok iyi doğa ve hayvan dostları. Sarı'ya arkadaşlık eden 22 adlı kediyi de söylemeden geçemicem.. Kedicik Edirne'den geldiği için adını 22 koymuşlar :)
Size tavsiyem en yakın kaçamağınızda Sığınakla, verdiği huzur ve mutlulukla tanışmanız.
Giderseniz bizden de selam söylemeyi unutmayın :)